Saturday, November 29, 2008

bana bu da gecer de - 2: Canadian edition

Hafiye'nin "bana bu da gecer de" baslikli yazisini okuduktan kisa sure sonra bu haberi okudum Toronto Star gazetesinde. Sehrimiz bildiginiz plastik alisveris torbasi icin 5 cent odememizi ongormus. Loblaws gibi WalMart wanna-be'ler de ustune atlamis. Ben olsam sirket sahibi ben de atlardim. Gerizekaliligin bu kadari! Ben zaten plastik cantami (cantalarimi) alip gidiyorum alisverise, gereksiz torba kirliligi olmasin diye. Ama ekstra posetleri de cop torbasi yapiyordum. Simdi alisveris esnasinda bir de cop torbasi almak zorunda kalacagim.

Environmental footprint onlenecekmis bununla. Canada'nin yesile katkisi artacakmis. Canada'nin yesile katkisinin artmasini isteyenlerin aklina neden acaba ilk once milyonlarca dolarin dondugu grocery chain'ler geliyor da, her yil East Coast'ta kafalarina vura vura oldurulen bebek foklar gelmiyor? Butun dunya bu katliami izleyip bizi kinarken, pek sevilip ikinci kez secilen konservatif partimizin plastik torbalarla ugrasip, bebek foku katliamini ikinci plana atmasi bende de "bana bu da gecer de" ters peristaltik hareketi yasatti: yazayim da kusayim!

Friday, November 28, 2008

Friday, November 21, 2008

So you think you can dance?

Cable TVmi iptal ettireli aylar oldu. Basic Cable almistim Canada'ya geldigimde. Hepi topu 30 kanal var, bunlarin yarisi shop TV, gereksiz reklam, bi kismi Gospel Channel, hababam Sister Act seklinde kilise muzigi, bir kismi gunde on saat cince, bes saat italyanca, kalaninda da portekizce, moldovaca falan yayin yapar. Geriye kalir uc bes kanal, onun icin de her ay $30 bayilamayacam, zaten televizyon izleyen kim!

Neyse iste, iptal ettikten sonra kablolu yayini zimbirti bir anten alip televizyonun ustune kondurdum. Baktim ki hala 8-9 kanal soyle boyle cekmekte. Fransizca istersem Radio Canada calismakta cam gibi, CTV ve City TV (bkz Show TV, ATV, Kanal D) de izlenilir seviyede. Yirmiucuncu katta oturmanin faydalari da olabilir tabii bunlar.

Neyse efendim, uzun lafin kisasi, guzide CTV kanalimizda her carsamba aksami yayinlanan, persembe geceleri de elemeleri yapilan "So you think you can dance - Canada" hastasi olmusum farkina varmadan. Israrla her Carsamba Fransizca dersi sonrasi (7:20de biter) kendimi soluk soluga eve atiyorum saat 8deki showu yakalamak icin. -15C soguktan beyin tellerim uyustugu icin ekteki goruntuler isitiyor biraz! Amerika'dan ulkemizi ziyarete gelen juri uyesinin gorusu: Apparently, you guys don't have to censor at all here in Canada! There's now way that this funk jazz performance could be broadcasted in the States.

Conservatif partimiz henuz ikinci kez kazanmis olsa da cok liberal ulkeyizdir. Takmayiz boyle seyleri kafaya.



Across The Universe

Muhtesem diyemiyorum, ama kotu de diyemiyorum. Gorsel olarak shock olmadim ama bazi bolumler gorsel olarak cok hosuma gitti. Cast genc yeteneklerden, gelecek vaadedenlerden secilmis. 60larin unutulmaz sarkilarinin yeni versiyonlari hala kulagimda cinlamakta. Alayli Broadway muzikali deseniz olmaz, 60larin documentary'si sensakrak anlatilmis deseniz yine uymaz, Grease farkli bir zamanin Amerikasi'nda cevrilmis desek cok kopyaci ve basit kalir bu filmi anlatmaya. Ama belki de filmin muzikal karakterini dusunup soyle diyebiliriz: Moulin Rouge ve Hair sonunda Chicago'ya bir kardes verdiler!

Modern zaman muzikalleri artik 2-3 senede bir dev ekrana yansiyor. Aslinda ne kadar muzikal bilgin var ki deseniz oturup kalirim. Hepi topu bildiklerimi zaten yazmisim yukarida. Bir de canli izlediklerim vardir belki. Ama en azindan gurultu koparanlar sayili, burasi kesin. 2007 Canada yapimi bu film ne kadar gurultu kopardi bilmiyorum, ama cok kotu ratingler almamis anladigim kadariyla.

Filmin slogani Beattles'in unutulmaz sarkilarindan "all you need is love". IMDB ise filmi soyle ozetlemis: The music of the Beatles and the Vietnam War form the backdrop for the romance between an upper-class American girl and a poor Liverpudlian artist. Ama sakin bu aciklamadan yesilcam klasigi "fakir cocuk, zengin kiz" anlasilmasin, ya da Titanic falan. Bu film tamamen farkli, ve izlenmesi de tarafimdan onerilir. Kisaca, biraz romantizmden hoslaniyorsaniz, biraz 60larin amerikasinda Vietnam ve hippilerin nasil barindigini ilginc gorsel efektler ve donemin sarkilari ile izlemek istiyorsaniz, biraz da Beattles severi iseniz kacmaz bir film.

Saturday, November 8, 2008

Welcome to Fabulous Las Vegas, Nevada

Haziran'da yazmisim en son, cok uzun zaman olmus, parmaklarim nasir tutmus. Bu blog biraz traveller's diary gibi olacak ama Las Vegas'i yazmadan da edemeyecegim. Bizim sirketin bir fuari vardi Las Vegas'ta ekim sonunda. Baktim Rifat da alamanya'dan US'i ziyarete gelmekte, hemen actim telefonu Washington DC muhabirimiz Amanda'ya: geliyosunuz! Otel parasi odemek yok, Treasure Island (=TI)'da kalacaz!

Persembe sabahi 5 am'de kalktim, 7:30daki ucaga yetismek icin. Toronto saati ile 5 am, Las Vegas saati ile 2 am. Ucak sehre yaklasirken pencereden baktim. 15 dakka once baktigimda hala col gorunuyordu. Obamerikalilar bildiginiz colun ortasina sehir kurmuslar. Nasil oluyor da oluyor diye dusunurken ucak indi, havaalani pencerelerinden piramitleri ve Eiffel kulesini yanyana gorunce iyice dumur oldum. Baska hicbir sehirde havaalanini sehre bu kadar yakin yapmamislardir, yurusen varirsin piramite yani, o derece!

Shuttle ile ($6.5) otele ulastim. Taksi de $22 tutmakta ama sure olarak ayni, cunku sehirde trafik akillara zarar, bildiginiz Istanbul trafigi. Varmadan iki gun once oteli arayip double queen bed olayini check etmek istemistim (Amanda ve Rifi geldigi icin), telefonu "hello, TI" diye acmislardi, resepsiyonda da ayni muhabbet. Bu amerikalilarin "kisaltma" olayina hastayim. Nerdeyse benim de "AK, TC'den (Toronto, Canada)" geliyorum diyesim geldi.

Oteli (ve diger otelleri de) oyle bir dizayn etmisler ki odaniza cikaracak asansore ulasmak icin Casino'yu boylu boyuna turlamaniz gerekiyor. E insan o kadar makinayi gorunce de oynamak istiyor tabi! Neyse ilk gun is guc fuar kosturdum. Aksamina Bellagio'da sirket yemegine gittim. Bildiginiz 5 metrekarelik tabagin ortasinda 1 santimetrekarelik yemegin sunuldugu, italyan saraplarinin sisesinin 200 dolarlardan basladigi bence yeterince gereksiz ve anlamsiz bir robbery aksam yemegi senaryosu. Amanda ve Rifi "biz geldik" diye text gectiklerinde hemen cesitli bahanelerle 26 dolarlik cordon bleu'mu hizla fondip yapip ortamdan uzaklastim. (neden herseyin fiyatini yaziyosun diyenler olabilir, sirf gereksizligini gorun diye yaziyorum!)

Amanda ve Rifi ile 14uncu kattaki odamizin koridorunda bulustuk, saril koklas refresh et, hemen casino'ya bara indik. O da ne? barda otururken bile kumar oynamak mumkun, ickinizi koydugunuz yer cam ve gambling machine. Ustume iyilik saglik!

Bolca espriler, eski anilar, hawaili barmen amcanin sihirbazlik numaralari derken, cluba gidelim dansedelim oldu bizimkiler. Eueee, ben sabah 8:30 am kahvalti 10 am toplanti. "Vegas'a geldin uyuyacak halin yok herhalde" seklinde kandirildim. Aslinda bu cumleye bile ihtiyacim varmiydi bilmiyorum, cok hazirdim kandirilmaya... "E ben de bir icki icer donerim o zaman" oldum.

Bejinci veya altinji icki zonrasi (it's not a spelling mistake!) baska bir cluba gitme karari alindi. Krave denen bu club kapanmadan (ve cumartesi gecesi icin isimlerimiz VIP liste kaydedildikten sonra) Piranha denilen baska bir clubda tepinmeye devam edildi. Las Vegas'ta night clublarin orada yasayanlara bedava ama turistlere $20 cover seklinde olmasi kaniksandi.

TI'a geri donuldugunde saat 5-6 am gibi birseydi. Odaya gitmek icin casino'dan gecmeniz gerektigini yukarida belirtmistim degil mi? Peki, odaya cuma sabahi 7:30 am'de dondugumu belirtmis miydim? Shit! 8:30 am kahvalti, 10 am toplanti. Uyumadim tabii...

Butun cuma yine fuar gezildi is yapildi. Taaa ki 2 pmde sol dizim iflas edene kadar. Fuar terk edildi otele donup dinlenme karari alindi. Tam otele donerken Amanda ve Rifi ile karsilasildi. Haydi simdi gezme zamani denildiginde ben officially topalliyordum...

Aksam 7'ye kadar gezildi. 7 pm'de "Le Reve" ismindeki show izlendi. Pecetelerle agiz sulari silindi iki saat kadar! 10:30 gibi coktan horlamaya baslamistim.

Cumartesi sabahin korunde kalkildi. Tum oteller topallayarak itina ile gezildi, dost-dusman catlatacak fotolar itina ile cekildi. Cumartesi aksami da VIP listinde oldugumuz Krave'de hayatimde duydugum en iyi club music esliginde ve agriyan bir diz ile tepinildi.

Las Vegas:

- I don't think it's on earth. I felt like I was on another planet.

- Her asansore bilndigimde gelinlikli bir kiz gormekten bay geldi.

- Ekim sonunda 30C hava sicakligi cok iyi geldi.

- Amerika gibi icsel mekanlarda sigara icilmesini ilk yasaklayan bir ulkede her yerde fosur fosur sigara icilebiliniyor olmasi, ama bunu sigara icmeyenlerin bile hissedememesi saskinlik yaratti

- Tavanlarin gokyuzu seklinde boyanmasini, havaya habire oksijen pompalanmasini, ve gorunebiliecek hicbir yerde duvar saati olmamasini bir sure sonra anlamaya basladim.

Monday, June 16, 2008

June Showers

Gecen Pazartesi sabahi uyandim, yatak ile banyo arasindaki uc metrelik yolu katederken farkettim ki yerler vicik vicik! Kucuk bir irkilme sonrasi anladim ki apartmancigimi su basmis. Parkeler kabarmis, hali sirilsiklam. Hemen apartman yonetiminin acil numarasini arayip not biraktim. 20-30 dk icinde ise gitmem lazim, hemen gelebilirlerse iyi olur diye de ekledim. Gelen giden olmadi tabii. Mecburen ise yollandim.

Iki saat sonra bir telefon. Yaklasik 30 dk suren bir tartisma. Bu konunun detaylarina cok girmek istemiyorum, zira sinirlerimin yine tepeme cikmasindan endise ediyorum. Sonucta sigortam olmadigi icin ve masam “fan coil” denen zimbirtiyi (bkz. ustteki resim) kismen kapatip mayis basinda fan-coil denen zimbirtilar temizlenirken benimkini temizleyemedikleri icin suclu bulundum. Klima ile ilgili bir problem yani kisacasi.

Neyse, apartman yonetimi kendilerince insafli (!) davranip parkeleri ve asinan duvar icin boya malzemesini ellerinde bulunmasi sebebi ile karsiladi, isciligi de ben odeyecegim gibi abuk bir anlasmaya varildi. Butun oturma odasindaki esyalar (iki koca koltuk, televizyon ve sephasi, masa vs.) sali gecesi is arkadasimin da yardimiyla alti kat asagidaki bos bir daireye tasindi. Alti kat asagidaki dairenin anahtarini elime tutusturan superintendant’in “Bir iki geceligine de olsa iki tane dairen var artik” seklinde espri yapmasi bile benim bardagi tasirmaya yetmedi. Yuregi yeterince genislemis bir insan olduguma kanaat getirdim. Oyle ya, cana gelecegine mala gelsindi canim.

Butun carsamba gunu, evde birtakim industrial fan’lar calisti, apartman kurutuldu. Persembe aksami olayin bitecegini sanan ben enayisi apartmanin eski haline ancak Cuma aksami kavusabildim. Megersem persembe gunu, alt dairenin parkeleri degistirilmismis. Uc kuru tahta parcasi 4 metrekarelik yere sabah 9 ile aksam 5 arasinda kac defa serilebilir diye de hala dusunmekteyim tabii bu arada. Cuma aksami yine is arkadasimin yardimiyla alti kat asagidaki esyalar yine geriye tasindi ve macerali haftam tamamlanmis oldu (30 katli bir apartmanda, asansorlerin sadece iki kat arasinda hareket etmesini saglayacak ozel yontemler icin yakinda Ryerson University’de ders vermeyi planliyorum!).

Bu hikayeden alinacak dersler:

1) Apartman yonetiminin kapiniza biraktigi ve uzerinde “yarin fan coil unit’leri degistirecegiz, onundeki zimbirtilari kaldirin” isimli yazilari, simdi bir gym yapayim donuste izleyecegim DVD’den sonra bakarim buna diyerek, uzeri zaten Hirosima sonrasini andiran coffee table’in uzerine hafifce birakivermek banka hesabinizi da hafifletebiliyormus.
2) Kuzey Amerika’da apartman yoneticileri “Yahu 22. kati su basti, sebebini de bir turlu bulamadik, acaba cikip bir de 23. kata mi baksak?” diye dusunmuyormus. Bunun icin ancak 23. kati da su basip, bu katta oturan sahsiyetin bir sabah islak ayaklarla apartmanin acil numarasini aramasi gerekiyormus.
3) “Apartman yeni nasil olsa, sigortaya ne gerek var?” diye dusunmemek gerekiyormus.
4) Bazen cingar cikarmak da fayda etmeyebiliyor(mus)!
5) Genelde -30C alti sicakliklara pek alisik Kanada borulari, +30C ustu gorunce hemen mayisiyormus!
6) Her zaman elinizin altinda sizinle beraber uc kisilik koltuklarinizi tasiyabilecek bir arkadasinizin oldugunu bilmek “priceless” olabiliyormus.
7) Laminant parkeler bir kere suyu icip kabardimi “yaw belki kuruyunca duzelir” seklinde dusunmek pek anlamsiz oluyormus.
8) Evinizi su bastiktan sonra televizyonda “Iowa’da su yuksekligi evlerin ikinci katina kadar yukseldi” gibi haberleri izlemek sizi pek duygulandirabiliyormus.
9) “Cana gelecegine mala gelsin” atasozumuz gercekten birebirmis!

Wednesday, May 28, 2008

2008 Reunion No.4 - New York City

Duella’nin kardes mezun oluyormus. Biz Bogazici’ndeyken ini-mini biseydi. Hangi aralik bu kadar buyudu de mezun oluyor? Biz mi farkina varamadik isten gucten hizla gecen yillarin, yoksa yillar yavas yavas suzulup yanimizda nanik yaparken bize, eglenmekten, muhabbetten, gulmekten ve guldurmekten o tarafa bakmak aklimiza mi gelmedi?

Reunion 2 biteli bir hafta olmadan Reunion 3 oldu biliyorsunuz. Dostlari gormek guzel, dostlari gormek eglenceli. Bir de ayrilik zamani olmasa! Tam ben Reunion 2 ve 3’un muhasebesini yapip, dostlardan ayrilmanin acisiyla burun sizlatirken, baktim ki Reunion 4 icin uc kisi biletleri almis NYC’ye “sawyer bizimle dondurma ye, sawyer bizi diskotege gotur” seklinde aglamakta. Ne zaman kirabildim ki? Zar zor bir bilet kapattik az ucuz az pahali Toronto Pearson’dan NYC La Guardia’ya. (Ara not: Toronto Central Island’dan Newark havaalanina Porter Airlines pirpir ucuslar subatta basladi. Onceden alinirsa bilet, $99’a ucma ihtimali var. Evimin balkonundan adanin gorundugunu ve adada tek gate oldugunu soylememe gerek yok herhalde! Havaalanina yuruyerek gitmek, boarding pass’i aldiktan sonra gate aramamak falan. Nasil yani di mi? Bence de…)

Bekarlar Hani’ndan Amanda otel bulmus Times Square’e iki dakika yurume mesafesinde. Amanda buldumu itiraz edilmez, “simply” gidilir, kalinir. Duella’nin mezuniyete gelen aile efradi 5 kisi, ben Toronto temsilcisi, Ruty ve Amanda da Washington DC’den yarismaya otobusle katilmakta. Baktim 8 kisi olmusuz. Hemen duella’yi bizim odaya aldik tabii ki: 4-4luk kombinasyon. Mayis 23 Cuma gunu ogleden sonra 2’de sirketten ciktim, yurume mesafesindeki Airport shuttle duragina sirtimdaki tek cantamla vardim (check-in bagaj olmadigi icin Amanda’ya bol bol tembih edildi onceden, parfum, deodorant, nemlendirici vs de vs getir!). Ucagim 17:15’te kalkmakta. Toronto’dan US’e ucarken customs ve passport kontrollerine Pearson’da giriyorsunuz, indiginizde de elinizi kolunuzu sallayarak cikiyorsunuz havaalanindan, hicbir kontrol olmadan. Dolayisi ile 2 saat onceden gitmek gercekten gerekli. Reunion 2’de ogrenmistim bunun gerekliligini. Bizim Airport Shuttle 2:20’de gorundu, bindik. Normal sartlarda 30 dk surmeyen bir yolculuk. Bizim siyahi amca defalarca butun yolcularla sakalasip, yarim saat bilet kestikten ve her kose basindan insan topladiktan sonra otoban’a saat 15:15’te cikmayi basardi (bkz. Havalaninda olmam gereken saat!). Yani anlayacaginiz 1 saat kadar Toronto downtown turladik. Otoban’a ciktigimizda farkettim ki, butun Torontolular benim gibi isten en erken 5 pm’de cikmiyormus! Saat 3’ten itibaren trafik kilit! Beni bir stress aldi, hafif bir panic attack ve terleme arasinda zaten airport fobisi olan bir insan olarak saat 4’te Pearson’a vardim. Oraya buraya kostururken farkettim ki, customs’da hic kuyruk yok. Guvenlik kontrolunde de. Boylece ucagin kalkmasina 45 dk kala gate’e varmis oldum. Onca panic attack ve stress’ten sonra! Bir birayi haketmisim demek ki…

La Guardia’yi kucuk bir havaalani ilan ettim iner inmez. Bir yandan ucaktan inenler, obur kapidan ayni ucaga binenler filan. Kendi icinde yari-karmasik, kucuk, orta-kademe temiz, ama Amerikan standardlarinda guvenli falan bir mekan iste. Cikar cikmaz hemen bizimkileri aradim, baktim ki Amanda ve Ruty de otobusten yeni inmis otele yuruyorlar. Shuttle, bus vs aramadim tabii bunu duyunca. Hemen atladim taksiye ve “the shortest, fastest route possible” komutunu verdim. Vermez olaydim. Adam manyak cikti. Uc kisiyi az daha ezme, bes arabayla az daha carpisma ve yaklasik on kisiye sag elin orta parmagi boylu boyunca gosterildikten sonra, onca kalabalik icinde Manhattan’a 20dk’da nasil vardigimizi anlayamadigim bir sekilde 43rd caddedeki Westin’e ulastik. Amanda beni karsiladi, odada sarilmalar koklasmalar…

Amanda bize FuerzaBruta (Brutal Force) isminde gorsel show bulmustu Union Square’deki Daryl Roth Theathre’da. Cumbur cemaat once yemek yemeye sonra da show’u gormeye 15. caddeye gittik. Tabii ne demisler: “nerde cokluk, orda …” Duella’nin abla baska bisey ister, Ruty baska. Duella baska birsey soyler, aile efradi baska. En sonunda Whole Foods’u kesfettik. Italyan, hint, thai ne ararsan var. Neyse iyi ki Whole Foods varmis da saat 22:30’daki showa yetistik. Tabii NYC show deyince koltuklarin oldugu ve herkesin oturup husu icinde “The Bell” seyrettigi bisey beklemeyin: bildiginiz club! Ortam karanlik, ortada bir daire var. Spanish techno ile Gwen Stefani karisimi bisey calmakta dangir dangir. Dairenin icine diger genclerle birlikte girdik. Iste o andan sonra show sizi zaten icine almakta. Arada saga yurumece, arada egilmece, arada boyna agrilar girecek duzeyde tavana bakmaca. Arada silah sesleri ile kucuk dil yutulmaca. Ama danslarla birlikte cosulmaca. Ustunuze gelen dev havuzda yuzen kizlarla opusmece, el sallamaca. Kisaca bu kadar interaktif bir show’un daha once yapilmis olduguna ben inanmiyorum.

Show bittiginde, hepimizde cilgin bir yorgunluk olusmakla birlikte arsiz bir de eglenmeye devam istegi olusmustu. Aile efradini otele ugurladiktan sonra solugu JHo’nun (Jerome olur kendisi!) dort kat merdivenle cikilan bachelor viranesinde bulduk. Washington DC’nin eski barmenlerinden JHo’nun yapmis oldugu vodka drinkler esliginde muhabbet koyulasti. “Size does not matter” cumlesinin artik tarihe karistigi tum grupca onaylandiktan sonra disariya cikilmaya karar verildi. Gidilen mekanda herkesin “tash” otesi olmasi, NYC’de zaten bu kalabalikta yasanmaz hissiyatima bir de “competition” hissiyatini ekleyince, Toronto’da mutlu oldugum hissiyatina tekrar barnak basildi! (bkz: ayni cumle icinde hissiyat kelimesini uc kez gramer kurallarina uygun olarak kullanmak).

Cumartesi sabahi herkesler uyurken uyaniverdim (bkz: ender rastlanan durumlar). Dusumu aldim, Europa Café’den kahvemi aldim Times Square’de Fleet Week olmasi sebebiyle verilen konseri biraz izledim. Yalniz olmanin dayanilmaz hafifligi beni tekrar otele ucurdu. Bizimkileri uyandirmak uzere. Ama baktim ki zaten uyanmislar (bir kismi!). Herkes NYC’de daha once turistik takilmis oldugu icin solugu Central Perk’da aldik. Sheep Meadows mekani oncesi hula-hoop deneyen arkadaslarim, Bogazicinin cimlerini andiran bu mekanda da toga (=Turkish Yoga) denemesinde bulundu. Cevredeki gencler yeterince kesilip, illegal bir sekilde siyahi amcadan alinan Corona gazete kagidina sarilip Ruty ile paylasildiktan ve Yoncimik’in “bandira bandira” sarkisi degisik versiyonlari ile yeterince soylendikten sonra meshur Central Park koprusunde fotolar cekilmek icin yola cikildi. Tabii ondan once meshur havuz ve gondollar/sandallar goruldu. Hatta ben haric herkes sandal sefasi icin kuyruga girme girisiminde bulundu, ama neyse ki foto cekilmekle yetindiler. (Ara not: hayatta en sevmedigim seydir kuyrukta beklemek, afakanlar basar, darallar gelir!)

Central Park sonrasi aksam yemegi icin “patio” aramaya basladik. Hemen de bulduk sayilir aslinda. Servisine 100 uzerinden 500 verdigimiz, her aperatiften sonra catal-bicagin ve de tabagin degistigi, garsonlarin sizlerle hos sohbet muhabbet edebildigi bu guzel mekanda cekilen fotomuzu Birinci Geleneksel NYC Reunion Fotosu ilan ediyorum!

Ne demis atalarimiz: The Night is Young! (dememisler mi? Onlar bizim atalar degil miymis ? Hadi yaw!?). Neyse iste, dememislerse bile henuz erkendi yemek sonrasi yani. Yine disari cikildi tabii. Greenwich Village’da bir home party, iki birbirinden kalabalik bar dolasildiktan sonra solugu Le Signe Vert (The Green Sign/Light) denen fransiz restoran/café/bar’inda aldik! Duella ve Ruty’nin ictigi ananasli gingerli martinilerden sonra mi oldu, yoksa benim ictigim espresso shot’li baileysli kahluali “morning martini” sonrasi mi oldu, simdi cok da hatirlayamadigim bir sebepten kendimizi barmen Jerome bize shot yaparken ve Waitress Anastacia ile martini tokustururken, ve de NY gibi kapali mekanlarda sigara icilmesini ilk yasaklayan sehirlerden birinde barin icinde sigara icip dans ederken bulduk. Barin sahibinin Costa Rica’li, barmen ve waitress’inin French, musterilerinin de Turk olmasi zaten Birinci Geleneksel NYC Reunion’in ne kadar multicultural oldugu konusunda sizlere fikir vermistir herhalde… Gecenin kalaninda neler oldugunu anlatmaya ne dilim ne de hafizam el veriyor. Her ne kadar duella “ifsa ettin bizi elaleme” dese de, ben fotolar ve mansetler konussun diyorum. Ayrildigimiz gun NY gazteleri soyle manset atmis:

NY Times: Manhattan has never seen anything like this since it was sold to a white man for 3 bucks. Buck Fush!

NY Daily News: After this reunion, changing our name to: NY Nightly News!

The NY Globe: The Reunion happened just here in Manhattan. The Navy could only party in Brooklyn (losers!)… (say hi to Miranda, eh?)

The New York Herald: Herald yani, ne bekliyodunuz?

The New York Tribune: Tribunlere oynamadilar, Central Park’ta TOGA yapip hakkiyla kazandilar!

The New York Observer: No need to observe, Veni, Vidi, Vouchy, Vichy, Vici (=Geldiler, gorduler, gulduler, eglendiler, gittiler)

The New York Post: We delivered a post to Westin from Toronto! We didn’t know he was the Magnum Man… Tuh!

The New York Sun: Gunes yaradi bu dortluye, bronzlastikca guzellestiler, guzellestikce eglendiler!

The Village Voice: They sing “Hadi gel koyumuze gidelim” all around SoHo! What the f..k does that mean?

The Wall Street Journal: We could never see them during this reunion. We decided to move the whole Wall Street to 59th street for the “Traditional 2nd NYC reunion”. Are you in?