Saturday, November 29, 2008

bana bu da gecer de - 2: Canadian edition

Hafiye'nin "bana bu da gecer de" baslikli yazisini okuduktan kisa sure sonra bu haberi okudum Toronto Star gazetesinde. Sehrimiz bildiginiz plastik alisveris torbasi icin 5 cent odememizi ongormus. Loblaws gibi WalMart wanna-be'ler de ustune atlamis. Ben olsam sirket sahibi ben de atlardim. Gerizekaliligin bu kadari! Ben zaten plastik cantami (cantalarimi) alip gidiyorum alisverise, gereksiz torba kirliligi olmasin diye. Ama ekstra posetleri de cop torbasi yapiyordum. Simdi alisveris esnasinda bir de cop torbasi almak zorunda kalacagim.

Environmental footprint onlenecekmis bununla. Canada'nin yesile katkisi artacakmis. Canada'nin yesile katkisinin artmasini isteyenlerin aklina neden acaba ilk once milyonlarca dolarin dondugu grocery chain'ler geliyor da, her yil East Coast'ta kafalarina vura vura oldurulen bebek foklar gelmiyor? Butun dunya bu katliami izleyip bizi kinarken, pek sevilip ikinci kez secilen konservatif partimizin plastik torbalarla ugrasip, bebek foku katliamini ikinci plana atmasi bende de "bana bu da gecer de" ters peristaltik hareketi yasatti: yazayim da kusayim!

Friday, November 28, 2008

Friday, November 21, 2008

So you think you can dance?

Cable TVmi iptal ettireli aylar oldu. Basic Cable almistim Canada'ya geldigimde. Hepi topu 30 kanal var, bunlarin yarisi shop TV, gereksiz reklam, bi kismi Gospel Channel, hababam Sister Act seklinde kilise muzigi, bir kismi gunde on saat cince, bes saat italyanca, kalaninda da portekizce, moldovaca falan yayin yapar. Geriye kalir uc bes kanal, onun icin de her ay $30 bayilamayacam, zaten televizyon izleyen kim!

Neyse iste, iptal ettikten sonra kablolu yayini zimbirti bir anten alip televizyonun ustune kondurdum. Baktim ki hala 8-9 kanal soyle boyle cekmekte. Fransizca istersem Radio Canada calismakta cam gibi, CTV ve City TV (bkz Show TV, ATV, Kanal D) de izlenilir seviyede. Yirmiucuncu katta oturmanin faydalari da olabilir tabii bunlar.

Neyse efendim, uzun lafin kisasi, guzide CTV kanalimizda her carsamba aksami yayinlanan, persembe geceleri de elemeleri yapilan "So you think you can dance - Canada" hastasi olmusum farkina varmadan. Israrla her Carsamba Fransizca dersi sonrasi (7:20de biter) kendimi soluk soluga eve atiyorum saat 8deki showu yakalamak icin. -15C soguktan beyin tellerim uyustugu icin ekteki goruntuler isitiyor biraz! Amerika'dan ulkemizi ziyarete gelen juri uyesinin gorusu: Apparently, you guys don't have to censor at all here in Canada! There's now way that this funk jazz performance could be broadcasted in the States.

Conservatif partimiz henuz ikinci kez kazanmis olsa da cok liberal ulkeyizdir. Takmayiz boyle seyleri kafaya.



Across The Universe

Muhtesem diyemiyorum, ama kotu de diyemiyorum. Gorsel olarak shock olmadim ama bazi bolumler gorsel olarak cok hosuma gitti. Cast genc yeteneklerden, gelecek vaadedenlerden secilmis. 60larin unutulmaz sarkilarinin yeni versiyonlari hala kulagimda cinlamakta. Alayli Broadway muzikali deseniz olmaz, 60larin documentary'si sensakrak anlatilmis deseniz yine uymaz, Grease farkli bir zamanin Amerikasi'nda cevrilmis desek cok kopyaci ve basit kalir bu filmi anlatmaya. Ama belki de filmin muzikal karakterini dusunup soyle diyebiliriz: Moulin Rouge ve Hair sonunda Chicago'ya bir kardes verdiler!

Modern zaman muzikalleri artik 2-3 senede bir dev ekrana yansiyor. Aslinda ne kadar muzikal bilgin var ki deseniz oturup kalirim. Hepi topu bildiklerimi zaten yazmisim yukarida. Bir de canli izlediklerim vardir belki. Ama en azindan gurultu koparanlar sayili, burasi kesin. 2007 Canada yapimi bu film ne kadar gurultu kopardi bilmiyorum, ama cok kotu ratingler almamis anladigim kadariyla.

Filmin slogani Beattles'in unutulmaz sarkilarindan "all you need is love". IMDB ise filmi soyle ozetlemis: The music of the Beatles and the Vietnam War form the backdrop for the romance between an upper-class American girl and a poor Liverpudlian artist. Ama sakin bu aciklamadan yesilcam klasigi "fakir cocuk, zengin kiz" anlasilmasin, ya da Titanic falan. Bu film tamamen farkli, ve izlenmesi de tarafimdan onerilir. Kisaca, biraz romantizmden hoslaniyorsaniz, biraz 60larin amerikasinda Vietnam ve hippilerin nasil barindigini ilginc gorsel efektler ve donemin sarkilari ile izlemek istiyorsaniz, biraz da Beattles severi iseniz kacmaz bir film.

Saturday, November 8, 2008

Welcome to Fabulous Las Vegas, Nevada

Haziran'da yazmisim en son, cok uzun zaman olmus, parmaklarim nasir tutmus. Bu blog biraz traveller's diary gibi olacak ama Las Vegas'i yazmadan da edemeyecegim. Bizim sirketin bir fuari vardi Las Vegas'ta ekim sonunda. Baktim Rifat da alamanya'dan US'i ziyarete gelmekte, hemen actim telefonu Washington DC muhabirimiz Amanda'ya: geliyosunuz! Otel parasi odemek yok, Treasure Island (=TI)'da kalacaz!

Persembe sabahi 5 am'de kalktim, 7:30daki ucaga yetismek icin. Toronto saati ile 5 am, Las Vegas saati ile 2 am. Ucak sehre yaklasirken pencereden baktim. 15 dakka once baktigimda hala col gorunuyordu. Obamerikalilar bildiginiz colun ortasina sehir kurmuslar. Nasil oluyor da oluyor diye dusunurken ucak indi, havaalani pencerelerinden piramitleri ve Eiffel kulesini yanyana gorunce iyice dumur oldum. Baska hicbir sehirde havaalanini sehre bu kadar yakin yapmamislardir, yurusen varirsin piramite yani, o derece!

Shuttle ile ($6.5) otele ulastim. Taksi de $22 tutmakta ama sure olarak ayni, cunku sehirde trafik akillara zarar, bildiginiz Istanbul trafigi. Varmadan iki gun once oteli arayip double queen bed olayini check etmek istemistim (Amanda ve Rifi geldigi icin), telefonu "hello, TI" diye acmislardi, resepsiyonda da ayni muhabbet. Bu amerikalilarin "kisaltma" olayina hastayim. Nerdeyse benim de "AK, TC'den (Toronto, Canada)" geliyorum diyesim geldi.

Oteli (ve diger otelleri de) oyle bir dizayn etmisler ki odaniza cikaracak asansore ulasmak icin Casino'yu boylu boyuna turlamaniz gerekiyor. E insan o kadar makinayi gorunce de oynamak istiyor tabi! Neyse ilk gun is guc fuar kosturdum. Aksamina Bellagio'da sirket yemegine gittim. Bildiginiz 5 metrekarelik tabagin ortasinda 1 santimetrekarelik yemegin sunuldugu, italyan saraplarinin sisesinin 200 dolarlardan basladigi bence yeterince gereksiz ve anlamsiz bir robbery aksam yemegi senaryosu. Amanda ve Rifi "biz geldik" diye text gectiklerinde hemen cesitli bahanelerle 26 dolarlik cordon bleu'mu hizla fondip yapip ortamdan uzaklastim. (neden herseyin fiyatini yaziyosun diyenler olabilir, sirf gereksizligini gorun diye yaziyorum!)

Amanda ve Rifi ile 14uncu kattaki odamizin koridorunda bulustuk, saril koklas refresh et, hemen casino'ya bara indik. O da ne? barda otururken bile kumar oynamak mumkun, ickinizi koydugunuz yer cam ve gambling machine. Ustume iyilik saglik!

Bolca espriler, eski anilar, hawaili barmen amcanin sihirbazlik numaralari derken, cluba gidelim dansedelim oldu bizimkiler. Eueee, ben sabah 8:30 am kahvalti 10 am toplanti. "Vegas'a geldin uyuyacak halin yok herhalde" seklinde kandirildim. Aslinda bu cumleye bile ihtiyacim varmiydi bilmiyorum, cok hazirdim kandirilmaya... "E ben de bir icki icer donerim o zaman" oldum.

Bejinci veya altinji icki zonrasi (it's not a spelling mistake!) baska bir cluba gitme karari alindi. Krave denen bu club kapanmadan (ve cumartesi gecesi icin isimlerimiz VIP liste kaydedildikten sonra) Piranha denilen baska bir clubda tepinmeye devam edildi. Las Vegas'ta night clublarin orada yasayanlara bedava ama turistlere $20 cover seklinde olmasi kaniksandi.

TI'a geri donuldugunde saat 5-6 am gibi birseydi. Odaya gitmek icin casino'dan gecmeniz gerektigini yukarida belirtmistim degil mi? Peki, odaya cuma sabahi 7:30 am'de dondugumu belirtmis miydim? Shit! 8:30 am kahvalti, 10 am toplanti. Uyumadim tabii...

Butun cuma yine fuar gezildi is yapildi. Taaa ki 2 pmde sol dizim iflas edene kadar. Fuar terk edildi otele donup dinlenme karari alindi. Tam otele donerken Amanda ve Rifi ile karsilasildi. Haydi simdi gezme zamani denildiginde ben officially topalliyordum...

Aksam 7'ye kadar gezildi. 7 pm'de "Le Reve" ismindeki show izlendi. Pecetelerle agiz sulari silindi iki saat kadar! 10:30 gibi coktan horlamaya baslamistim.

Cumartesi sabahin korunde kalkildi. Tum oteller topallayarak itina ile gezildi, dost-dusman catlatacak fotolar itina ile cekildi. Cumartesi aksami da VIP listinde oldugumuz Krave'de hayatimde duydugum en iyi club music esliginde ve agriyan bir diz ile tepinildi.

Las Vegas:

- I don't think it's on earth. I felt like I was on another planet.

- Her asansore bilndigimde gelinlikli bir kiz gormekten bay geldi.

- Ekim sonunda 30C hava sicakligi cok iyi geldi.

- Amerika gibi icsel mekanlarda sigara icilmesini ilk yasaklayan bir ulkede her yerde fosur fosur sigara icilebiliniyor olmasi, ama bunu sigara icmeyenlerin bile hissedememesi saskinlik yaratti

- Tavanlarin gokyuzu seklinde boyanmasini, havaya habire oksijen pompalanmasini, ve gorunebiliecek hicbir yerde duvar saati olmamasini bir sure sonra anlamaya basladim.

Monday, June 16, 2008

June Showers

Gecen Pazartesi sabahi uyandim, yatak ile banyo arasindaki uc metrelik yolu katederken farkettim ki yerler vicik vicik! Kucuk bir irkilme sonrasi anladim ki apartmancigimi su basmis. Parkeler kabarmis, hali sirilsiklam. Hemen apartman yonetiminin acil numarasini arayip not biraktim. 20-30 dk icinde ise gitmem lazim, hemen gelebilirlerse iyi olur diye de ekledim. Gelen giden olmadi tabii. Mecburen ise yollandim.

Iki saat sonra bir telefon. Yaklasik 30 dk suren bir tartisma. Bu konunun detaylarina cok girmek istemiyorum, zira sinirlerimin yine tepeme cikmasindan endise ediyorum. Sonucta sigortam olmadigi icin ve masam “fan coil” denen zimbirtiyi (bkz. ustteki resim) kismen kapatip mayis basinda fan-coil denen zimbirtilar temizlenirken benimkini temizleyemedikleri icin suclu bulundum. Klima ile ilgili bir problem yani kisacasi.

Neyse, apartman yonetimi kendilerince insafli (!) davranip parkeleri ve asinan duvar icin boya malzemesini ellerinde bulunmasi sebebi ile karsiladi, isciligi de ben odeyecegim gibi abuk bir anlasmaya varildi. Butun oturma odasindaki esyalar (iki koca koltuk, televizyon ve sephasi, masa vs.) sali gecesi is arkadasimin da yardimiyla alti kat asagidaki bos bir daireye tasindi. Alti kat asagidaki dairenin anahtarini elime tutusturan superintendant’in “Bir iki geceligine de olsa iki tane dairen var artik” seklinde espri yapmasi bile benim bardagi tasirmaya yetmedi. Yuregi yeterince genislemis bir insan olduguma kanaat getirdim. Oyle ya, cana gelecegine mala gelsindi canim.

Butun carsamba gunu, evde birtakim industrial fan’lar calisti, apartman kurutuldu. Persembe aksami olayin bitecegini sanan ben enayisi apartmanin eski haline ancak Cuma aksami kavusabildim. Megersem persembe gunu, alt dairenin parkeleri degistirilmismis. Uc kuru tahta parcasi 4 metrekarelik yere sabah 9 ile aksam 5 arasinda kac defa serilebilir diye de hala dusunmekteyim tabii bu arada. Cuma aksami yine is arkadasimin yardimiyla alti kat asagidaki esyalar yine geriye tasindi ve macerali haftam tamamlanmis oldu (30 katli bir apartmanda, asansorlerin sadece iki kat arasinda hareket etmesini saglayacak ozel yontemler icin yakinda Ryerson University’de ders vermeyi planliyorum!).

Bu hikayeden alinacak dersler:

1) Apartman yonetiminin kapiniza biraktigi ve uzerinde “yarin fan coil unit’leri degistirecegiz, onundeki zimbirtilari kaldirin” isimli yazilari, simdi bir gym yapayim donuste izleyecegim DVD’den sonra bakarim buna diyerek, uzeri zaten Hirosima sonrasini andiran coffee table’in uzerine hafifce birakivermek banka hesabinizi da hafifletebiliyormus.
2) Kuzey Amerika’da apartman yoneticileri “Yahu 22. kati su basti, sebebini de bir turlu bulamadik, acaba cikip bir de 23. kata mi baksak?” diye dusunmuyormus. Bunun icin ancak 23. kati da su basip, bu katta oturan sahsiyetin bir sabah islak ayaklarla apartmanin acil numarasini aramasi gerekiyormus.
3) “Apartman yeni nasil olsa, sigortaya ne gerek var?” diye dusunmemek gerekiyormus.
4) Bazen cingar cikarmak da fayda etmeyebiliyor(mus)!
5) Genelde -30C alti sicakliklara pek alisik Kanada borulari, +30C ustu gorunce hemen mayisiyormus!
6) Her zaman elinizin altinda sizinle beraber uc kisilik koltuklarinizi tasiyabilecek bir arkadasinizin oldugunu bilmek “priceless” olabiliyormus.
7) Laminant parkeler bir kere suyu icip kabardimi “yaw belki kuruyunca duzelir” seklinde dusunmek pek anlamsiz oluyormus.
8) Evinizi su bastiktan sonra televizyonda “Iowa’da su yuksekligi evlerin ikinci katina kadar yukseldi” gibi haberleri izlemek sizi pek duygulandirabiliyormus.
9) “Cana gelecegine mala gelsin” atasozumuz gercekten birebirmis!

Wednesday, May 28, 2008

2008 Reunion No.4 - New York City

Duella’nin kardes mezun oluyormus. Biz Bogazici’ndeyken ini-mini biseydi. Hangi aralik bu kadar buyudu de mezun oluyor? Biz mi farkina varamadik isten gucten hizla gecen yillarin, yoksa yillar yavas yavas suzulup yanimizda nanik yaparken bize, eglenmekten, muhabbetten, gulmekten ve guldurmekten o tarafa bakmak aklimiza mi gelmedi?

Reunion 2 biteli bir hafta olmadan Reunion 3 oldu biliyorsunuz. Dostlari gormek guzel, dostlari gormek eglenceli. Bir de ayrilik zamani olmasa! Tam ben Reunion 2 ve 3’un muhasebesini yapip, dostlardan ayrilmanin acisiyla burun sizlatirken, baktim ki Reunion 4 icin uc kisi biletleri almis NYC’ye “sawyer bizimle dondurma ye, sawyer bizi diskotege gotur” seklinde aglamakta. Ne zaman kirabildim ki? Zar zor bir bilet kapattik az ucuz az pahali Toronto Pearson’dan NYC La Guardia’ya. (Ara not: Toronto Central Island’dan Newark havaalanina Porter Airlines pirpir ucuslar subatta basladi. Onceden alinirsa bilet, $99’a ucma ihtimali var. Evimin balkonundan adanin gorundugunu ve adada tek gate oldugunu soylememe gerek yok herhalde! Havaalanina yuruyerek gitmek, boarding pass’i aldiktan sonra gate aramamak falan. Nasil yani di mi? Bence de…)

Bekarlar Hani’ndan Amanda otel bulmus Times Square’e iki dakika yurume mesafesinde. Amanda buldumu itiraz edilmez, “simply” gidilir, kalinir. Duella’nin mezuniyete gelen aile efradi 5 kisi, ben Toronto temsilcisi, Ruty ve Amanda da Washington DC’den yarismaya otobusle katilmakta. Baktim 8 kisi olmusuz. Hemen duella’yi bizim odaya aldik tabii ki: 4-4luk kombinasyon. Mayis 23 Cuma gunu ogleden sonra 2’de sirketten ciktim, yurume mesafesindeki Airport shuttle duragina sirtimdaki tek cantamla vardim (check-in bagaj olmadigi icin Amanda’ya bol bol tembih edildi onceden, parfum, deodorant, nemlendirici vs de vs getir!). Ucagim 17:15’te kalkmakta. Toronto’dan US’e ucarken customs ve passport kontrollerine Pearson’da giriyorsunuz, indiginizde de elinizi kolunuzu sallayarak cikiyorsunuz havaalanindan, hicbir kontrol olmadan. Dolayisi ile 2 saat onceden gitmek gercekten gerekli. Reunion 2’de ogrenmistim bunun gerekliligini. Bizim Airport Shuttle 2:20’de gorundu, bindik. Normal sartlarda 30 dk surmeyen bir yolculuk. Bizim siyahi amca defalarca butun yolcularla sakalasip, yarim saat bilet kestikten ve her kose basindan insan topladiktan sonra otoban’a saat 15:15’te cikmayi basardi (bkz. Havalaninda olmam gereken saat!). Yani anlayacaginiz 1 saat kadar Toronto downtown turladik. Otoban’a ciktigimizda farkettim ki, butun Torontolular benim gibi isten en erken 5 pm’de cikmiyormus! Saat 3’ten itibaren trafik kilit! Beni bir stress aldi, hafif bir panic attack ve terleme arasinda zaten airport fobisi olan bir insan olarak saat 4’te Pearson’a vardim. Oraya buraya kostururken farkettim ki, customs’da hic kuyruk yok. Guvenlik kontrolunde de. Boylece ucagin kalkmasina 45 dk kala gate’e varmis oldum. Onca panic attack ve stress’ten sonra! Bir birayi haketmisim demek ki…

La Guardia’yi kucuk bir havaalani ilan ettim iner inmez. Bir yandan ucaktan inenler, obur kapidan ayni ucaga binenler filan. Kendi icinde yari-karmasik, kucuk, orta-kademe temiz, ama Amerikan standardlarinda guvenli falan bir mekan iste. Cikar cikmaz hemen bizimkileri aradim, baktim ki Amanda ve Ruty de otobusten yeni inmis otele yuruyorlar. Shuttle, bus vs aramadim tabii bunu duyunca. Hemen atladim taksiye ve “the shortest, fastest route possible” komutunu verdim. Vermez olaydim. Adam manyak cikti. Uc kisiyi az daha ezme, bes arabayla az daha carpisma ve yaklasik on kisiye sag elin orta parmagi boylu boyunca gosterildikten sonra, onca kalabalik icinde Manhattan’a 20dk’da nasil vardigimizi anlayamadigim bir sekilde 43rd caddedeki Westin’e ulastik. Amanda beni karsiladi, odada sarilmalar koklasmalar…

Amanda bize FuerzaBruta (Brutal Force) isminde gorsel show bulmustu Union Square’deki Daryl Roth Theathre’da. Cumbur cemaat once yemek yemeye sonra da show’u gormeye 15. caddeye gittik. Tabii ne demisler: “nerde cokluk, orda …” Duella’nin abla baska bisey ister, Ruty baska. Duella baska birsey soyler, aile efradi baska. En sonunda Whole Foods’u kesfettik. Italyan, hint, thai ne ararsan var. Neyse iyi ki Whole Foods varmis da saat 22:30’daki showa yetistik. Tabii NYC show deyince koltuklarin oldugu ve herkesin oturup husu icinde “The Bell” seyrettigi bisey beklemeyin: bildiginiz club! Ortam karanlik, ortada bir daire var. Spanish techno ile Gwen Stefani karisimi bisey calmakta dangir dangir. Dairenin icine diger genclerle birlikte girdik. Iste o andan sonra show sizi zaten icine almakta. Arada saga yurumece, arada egilmece, arada boyna agrilar girecek duzeyde tavana bakmaca. Arada silah sesleri ile kucuk dil yutulmaca. Ama danslarla birlikte cosulmaca. Ustunuze gelen dev havuzda yuzen kizlarla opusmece, el sallamaca. Kisaca bu kadar interaktif bir show’un daha once yapilmis olduguna ben inanmiyorum.

Show bittiginde, hepimizde cilgin bir yorgunluk olusmakla birlikte arsiz bir de eglenmeye devam istegi olusmustu. Aile efradini otele ugurladiktan sonra solugu JHo’nun (Jerome olur kendisi!) dort kat merdivenle cikilan bachelor viranesinde bulduk. Washington DC’nin eski barmenlerinden JHo’nun yapmis oldugu vodka drinkler esliginde muhabbet koyulasti. “Size does not matter” cumlesinin artik tarihe karistigi tum grupca onaylandiktan sonra disariya cikilmaya karar verildi. Gidilen mekanda herkesin “tash” otesi olmasi, NYC’de zaten bu kalabalikta yasanmaz hissiyatima bir de “competition” hissiyatini ekleyince, Toronto’da mutlu oldugum hissiyatina tekrar barnak basildi! (bkz: ayni cumle icinde hissiyat kelimesini uc kez gramer kurallarina uygun olarak kullanmak).

Cumartesi sabahi herkesler uyurken uyaniverdim (bkz: ender rastlanan durumlar). Dusumu aldim, Europa Café’den kahvemi aldim Times Square’de Fleet Week olmasi sebebiyle verilen konseri biraz izledim. Yalniz olmanin dayanilmaz hafifligi beni tekrar otele ucurdu. Bizimkileri uyandirmak uzere. Ama baktim ki zaten uyanmislar (bir kismi!). Herkes NYC’de daha once turistik takilmis oldugu icin solugu Central Perk’da aldik. Sheep Meadows mekani oncesi hula-hoop deneyen arkadaslarim, Bogazicinin cimlerini andiran bu mekanda da toga (=Turkish Yoga) denemesinde bulundu. Cevredeki gencler yeterince kesilip, illegal bir sekilde siyahi amcadan alinan Corona gazete kagidina sarilip Ruty ile paylasildiktan ve Yoncimik’in “bandira bandira” sarkisi degisik versiyonlari ile yeterince soylendikten sonra meshur Central Park koprusunde fotolar cekilmek icin yola cikildi. Tabii ondan once meshur havuz ve gondollar/sandallar goruldu. Hatta ben haric herkes sandal sefasi icin kuyruga girme girisiminde bulundu, ama neyse ki foto cekilmekle yetindiler. (Ara not: hayatta en sevmedigim seydir kuyrukta beklemek, afakanlar basar, darallar gelir!)

Central Park sonrasi aksam yemegi icin “patio” aramaya basladik. Hemen de bulduk sayilir aslinda. Servisine 100 uzerinden 500 verdigimiz, her aperatiften sonra catal-bicagin ve de tabagin degistigi, garsonlarin sizlerle hos sohbet muhabbet edebildigi bu guzel mekanda cekilen fotomuzu Birinci Geleneksel NYC Reunion Fotosu ilan ediyorum!

Ne demis atalarimiz: The Night is Young! (dememisler mi? Onlar bizim atalar degil miymis ? Hadi yaw!?). Neyse iste, dememislerse bile henuz erkendi yemek sonrasi yani. Yine disari cikildi tabii. Greenwich Village’da bir home party, iki birbirinden kalabalik bar dolasildiktan sonra solugu Le Signe Vert (The Green Sign/Light) denen fransiz restoran/café/bar’inda aldik! Duella ve Ruty’nin ictigi ananasli gingerli martinilerden sonra mi oldu, yoksa benim ictigim espresso shot’li baileysli kahluali “morning martini” sonrasi mi oldu, simdi cok da hatirlayamadigim bir sebepten kendimizi barmen Jerome bize shot yaparken ve Waitress Anastacia ile martini tokustururken, ve de NY gibi kapali mekanlarda sigara icilmesini ilk yasaklayan sehirlerden birinde barin icinde sigara icip dans ederken bulduk. Barin sahibinin Costa Rica’li, barmen ve waitress’inin French, musterilerinin de Turk olmasi zaten Birinci Geleneksel NYC Reunion’in ne kadar multicultural oldugu konusunda sizlere fikir vermistir herhalde… Gecenin kalaninda neler oldugunu anlatmaya ne dilim ne de hafizam el veriyor. Her ne kadar duella “ifsa ettin bizi elaleme” dese de, ben fotolar ve mansetler konussun diyorum. Ayrildigimiz gun NY gazteleri soyle manset atmis:

NY Times: Manhattan has never seen anything like this since it was sold to a white man for 3 bucks. Buck Fush!

NY Daily News: After this reunion, changing our name to: NY Nightly News!

The NY Globe: The Reunion happened just here in Manhattan. The Navy could only party in Brooklyn (losers!)… (say hi to Miranda, eh?)

The New York Herald: Herald yani, ne bekliyodunuz?

The New York Tribune: Tribunlere oynamadilar, Central Park’ta TOGA yapip hakkiyla kazandilar!

The New York Observer: No need to observe, Veni, Vidi, Vouchy, Vichy, Vici (=Geldiler, gorduler, gulduler, eglendiler, gittiler)

The New York Post: We delivered a post to Westin from Toronto! We didn’t know he was the Magnum Man… Tuh!

The New York Sun: Gunes yaradi bu dortluye, bronzlastikca guzellestiler, guzellestikce eglendiler!

The Village Voice: They sing “Hadi gel koyumuze gidelim” all around SoHo! What the f..k does that mean?

The Wall Street Journal: We could never see them during this reunion. We decided to move the whole Wall Street to 59th street for the “Traditional 2nd NYC reunion”. Are you in?

Monday, May 12, 2008

2008 Reunion No.3 - Toronto

Persembe sabahi telefon caldi. 515li garip bir numara. Georgia'dan Dan "merhabaaa" dedi. Binghampton'dan arkadas Serdar ile birlikte atlamislar arabaya, haftasonu icin Toronto'ya geliyorlarmis. Reunion trafigi baharda hizlandi goruldugu uzere. Buyrun gelin dedik tabii.

Cuma aksami yemek yedik birlikte. Sonra, cumartesi gunu de hava cok guzeldi. Bol bol yuruduk. Queen West uzerinde birtakim aktiviteler vardi yine. Onlari izledik biraz. Super sabuncu kozmetik Lush'a bayildilar. Bir saat kadar sabun vs koklayip, koku duygularimizi yitirdik. Siz hic cikolata veya mango aromali sabun kokladiniz mi? Cok guzelmis.

Thursday, May 8, 2008

Kiss me again...

Ben's Brother - Stuttering
Uzun zamandir dinliyorum orda burda. Son zamanlarin en romantik sarkisi sectim. It's been such a long time since anybody kissed me!

It's been, it's been, it's been, it's been
su-su-such a long time, long time, long time
since anybody touched me, touched me, touched me
the way that you touch me
So if I stutter, stutter, stutter
and I feel so so so unsexy
so maybe I'll just keep my mouth shut at least until you kiss me

So kiss me again
Cause only you can stop this stut-stut-stut-stuttering
Kiss me again
And ease my su-su su-su su-su su-su-su suffering

I know I know
it's so it's so sy-sy-sy-sy-symbolic of everything
Everything that's wrong with me and you
So tell me what I'm supposed to do
Oh it's been ages since we've been really honest
but I can make ch-ch-ch-changes if you really want this

So kiss me again
Cause only you can stop this stut-stut-stut-stuttering
Kiss me again
And ease my su-su su-su su-su su-su-su suffering

Kiss me again
Cause only you can stop this stut-stut-stut-stut-stuttering
Kiss me again
And ease my su-su su-su su-su su-su-su suffering

Monday, May 5, 2008

2008 Reunion No. 2 – Washington DC

Ehem... Simdi neresinden baslasam anlatmaya cok bilemedim. Garden State New Jersey’nin Secaucus isimli sehrinde/kasabasinda bir fuara katildik gecen hafta. O kismi hemen es geciyorum tabii. Carsamba aksami saat 4’te bildiginiz belediye otobusune binip Manhattan’a yollandim. 7th Avenue ile 34th caddenin kesisiminden kalkiyor DC otobusleri aklinizda bulunsun. Oyle durak, gar falan yok. Gayet 7th Avenue’dan biniyorsunuz paldir kuldur otobuse. Aksam trafigi falan derken bizim Eastern Tour (Greyhound’un chinese versiyonu!) gorundu 35inci caddeden saat 5:30’a dogru. Bir takim siyahi ve cinli arkadaslarla birlikte koltuklara yerlestik. Ne zamandir otobus seyahati yapmadigim icin, artik otobuslerin icinde de tuvalet olusu bir miktar sasirtti. Manhattan, New Jersey, Philadelphia, Baltimore derken 4,5 saatte baskente vardik. Dedim ya uzun zamandir otobus yolculugu yapmamisim diye, son bir saat kadar darallar geldi (ama konforu iyiydi, transformers'in cince altyazili versiyonunu da izlemis oldum!).


Sabah 10’da Lost’un cekildigi Hawai’den donen Amanda, gece 10’da Sawyer’i Rockville’de karsiladi. Yillardir "tasin artik su Maryland’den, DC’den ev al" diye dilimizde tuy bitmis, kimin umurunda. Muhabbet koyu tabii, saati 2 yaptik hemen. Amanda’nin Hawai fotolarinin 800 kusurunun sadece 150ncisine geldigimizi farkettigimde yatma karari aldik! (icilen 3 kusur bardak caydan sonra Amanda gece neler yapmis, kendisi anlatsin artik ozel olarak sizlere bir ara).

Persembe ve Cumayi DC’de benim eski arkadas Jewish American Lawyer Michael (JALM) ile gecirdim. Michael’in Dupont Circle’a bes dakika yurume mesafesindeki evi nedense bana Sex and the City Carrie’nin Manhattan apartmanini hatirlatti. Tabii sadece disaridan! Michael, Temmuz’da bir yilligina Tokyo’ya tasinacagi icin evin ici japonca materyal kaynamakta. Saga donuyorsun japonca postit, sola donuyorsun ikinci dunya savasi fotolari. Evde uzun sure kalamayip solugu daha once de pek cok muzesini tavaf ettigim Smithsonian’da aldik. The Monument, The Congress ve The White House fotolari tekrar cekilip, Michael’in 2009’da Bush ofisten ayrilirken DC’de yapilacak partilere katilamayacaginin uzuntusu yeterince (!) dinlendikten sonra farkettim ki The Native American Muzesini henuz gezmemisim. Kacar mi Sawyer’dan! Yerlilerin kiyafetlerinden olusan ozel bir sergiyi de silip supurdukten sonra, Amanda’nin Rockville’deki havuzlu bungalovuna metroyla geri dondum. (DC’yi ziyaret edeceklere ozel not: Persembe sabahi $2.35’e Rockville’den DC’ye gelmistim red-line uzerinden metroyla. Cuma aksami ayni yol icin “rush-hour” olmasi sebebiyle $4.5 odedim. Tabii ki bir turist icin su ana kadar odedigim en pahali metro bileti olmasina ragmen yine de hicbirsey bu para, ama hergun metroyla commute edenlere acidim desem yeridir)

Butun gun gezmekten yorgun dusen bacak kaslarim, Amanda’yla almis oldugumuz biralari havuz manzarali bungalovunun balkonunda yudumlayip onu bunu cekistirirken rahatladi. Bar hopping oncesi ne giysek sendromu basladi tabii bu sefer de. Benim bu arada pek birsey yedigim soylenemez (bkz. liquid diet). Gece cesitli barlar/clublarda hoplayip zipladik. Sawyer 'harbi' club’a girilirken Madonna esliginde ve kapi gorevlisinin “Welcome to America” nidalariyla karsilandi (PS: 2 gun gecti, Ruty’i hala gormedim!).

Cumartesi oglene dogru uyanildiginda farkedildi ki Amanda’nin beni goturmek istedigi Arberatum (botanik bahcemsi bisey) saat 5’te kapaniyormus. Zaten Amanda Hawai’de yeterince cicek bocek ve ben de DC’de yeterince agac gormus oldugum icin, arberatum’u hemen rafa kaldirdik. Maryland’in baskenti Annapolis’e dogru yola koyulduk. Annapolis bana guney’in sehirlerini hatirlatti. Charleston’a benzettim biraz, okyanus kenarinda olmasi ve tarihi binalari nedeniyle. Sansimiz cok acikti gun boyunca. 26C sicaklikta, bir takim yat yarismalari, tarihi bir gemiyi gezme imkani, tarihi kiyafetler icerisinde gayda calan bir takim amcamlarla fotolar cekilme derken kendimizi US Naval Academy’de bulduk. Dort sene sonra yine okyanusa ayaklarimi sokup bes dakika kadar mutlu olduktan sonra, yolumuz uzerinde bir de 4x100 (yoksa 4x400 muydu?) atletizm yarismasi izledik. Navy besinci olunca cok sevinemedik tabii, ahalinin huznunu paylasmakla yetindik.

Ara not: Bu yolculuklardan birinde “Texas Hold em Poker El Pelino” ile de ceplestik. Kendisi de ekim gibi DC’ye gelip reunion yapmayi planlamaktaymis, benim gibi hala haberi olmayanlarin kulaklarina tokmakla asinayla vurulur efenim.

Tabii Amerika’ya gelip de alisveris yapmamak olmaz. Amanda’nin ev kiyisindaki Nordstrom Rack’ten hemen Kenneth Cole saat alindi cok uygun fiyata. Soylemeden edemeyecegim: Toronto’da $300 civari satilan saatin $46 dolara alinmis olmasi bacak kaslarima ayri bir iyi geldi. Tabii isin ilginc ve de komik tarafi Amanda’nin kol saatinin aynisini almis olmam. Yakin arkadaslarin zevkleri de ayni mi olur? (hafiye’ye yeni irdeleme noktasi!). Tabii Amanda Toronto’da yasadigim icin izin verdi almama, yoksa DC’de yasasaymisim aldirmazmis!

Cumartesi aksami rezervasyonu saatler onceden yapilan Adams Morgan’daki Turk restorani Meze’nin patio’suna kurulduk. Roka salatasi gitti, dolmalar kuzular hunkar begendiler geldi. Onlar gitti baklava profiterol geldi (Bu blogda “yedigin ictigin senin olsun, gezdigin gordugunu anlat” kurali islemez, bosu bosuna yorum yapip Sawyer’in icini baymayin!). Onunde oturdugumuz Meze aslinda tam da daha sonra bir arkadasin dogumgununun kutlanacagi Left Bank isimli mekanin karsisindaydi. Gelen gireni de kontrol etme imkanimiz var diye konusurken, bir de baktik Tulu belirdi yanimizda. Yillardir gormemisim. Turk kahvesi esliginde onunla da bir catch-up ettik. Izleyecekleri filmi kaciran Ruty ve American-Argentinian manita da bize katilacakti guya ama pek goremedik onlari yine (ben bu arada hala Ruty’i gormedim – Cumartesi gecesi 10 pm).

Left Bank isimli mekanda Urdun kralinin kiziyla ve Yoncimik’in evvel arkadasi Yesim'le muserref ettirildim. DC’nin Turk tayfasi kalabalikmis. Nerde kalabalik, orda dance! Baslangicta cok ta beni acmayan mekanda Tarkan ve Shakira sarkilari esliginde az eglenmedik aslinda (Ruty’yi sonunda gordum, manitayi da tabii. Benden hala gayet uygun puan almakta!).

Pazar sabahi 10:30’da uyandik Amanda ile. Solugu once yine alisveris merkezinde aldik. Sadece bir kol saati ile yetinecegimi dusunmediniz herhalde. Hemen bir cift gunes gozlugu, bir cift ayakkabi, bir sort, birtakim ic camasirlari vs. aldim (hayatimin en hizli alisverisi diyebilirim, sadece 55 dk surdu). Biz aslinda Levante’s isimli mekanda brunch yapilacagini sanirken, bir de baktik ki Ruty sucuklar, sosisler, peynirler, krosanlar almis evine. Herkesi oraya topladik, guzel bir brunch esliginde kahkahalar artik. Saat 6'da kalkan ucagim icin yine yollara dustuk.

Her reunion gibi bunu da “bir dahakine kismet” diyerek bitirdik. Bir dahakine kismet...

PS: DC'deki arkadaslara beni agirladiklari icin tekrar tesekkur eder, kendilerini Toronto'ya da her firsatta bekledigimizi borazan ile bildiririm efenim!

Monday, April 28, 2008

Turk Medyasi, silkin ve kendine gel!

Ben blogumda boyle siyasi ve buyuk konusmam ama bence bizim Turk Medyasi’nin iyi bir tokada ihtiyaci var artik. Yaklasik son 5-10 yildir haberler icin (Turkiye haberleri dahil) dis basini, magazin haberleri icin de yerli ve tirajlari pek yuksek! Turk gazetelerini takip ediyorum.

Ozellikle italyan gelin vakasinda ‘boyle seyler heryerde oluyor, tum Turkiye’yi suclu tutamayiz’ gibi basit bir italyan okuyucu yorumunun mansetlere tasinmasi durumunun bende yarattigi ters peristaltik hareketler yanisira sinir sistemime verdigi zararlari anlatmam mumkun degil. Ne demek istiyorsunuz yani? Heryerde oluyor nasil olsa, olan olmus, mubah, devam mi? Yoksa, baska yerlerde de oldugunu kelalaka bir yabancinin agzindan dillendirip, sucluluk ve asagilik kompleksimizi mi daglamaya calisiyorsunuz? Yoksa yoksa, davayi (ki muhtemelen 2020 yilinda sonuclanir) yonetenleri mi ayartmaya calisiyorsunuz? Malum, hatun italya’dan gelmis, sac bas acik, turbani yok (duvak turbana girmiyordur muhtemelen), ve Turk erkeklerinin o cok nacizane duygulari istismar edilmis olabilir. Nasil olsa fahiseye tecavuzde indirim vardi, italyan geline neden olmasin? Tahrik ediyor erkeklerimizi, erkekligimizi...

Tecavuze ugrayan yavrucaklarin %15’inin oz baba veya yakin akraba magduru oldugu bir ulkede, ve italyansa, ve orasi burasi aciksa tecavuz et ve gom mantigi hakim bir ulkede, universite egitimi almis insanlara 16 ay aci cektirerek silah egitimi vermek icin harcadigin parayi, asil egitime harca diye soyluyorum bunu. Askerligi hergun mansetlere tasiyip, su pasa boyle dedi, bu pasa boyle yapti, gogus kabartti diye mansetler atacagina, su pasa ordu butcesinin bu kadarini egitime bagisladi diye mansetler at. At ki daha fazlasi yapsin ayni seyi. Universite mezunu insanlari zorla olume yollama ki daha fazlasi kalsin burada. Daha fazlasi uretsin, dusunsun yurdumda. Daha fazlasi Turk Ruyasi kursun, American Dream degil!

Bilmemkim oyuncu kendisinden bilmemkac yas kucuk herifle evlendi haberlerini mansetine tasiyacagina, bilmemkim milletvekili egitim konusunda mecliste cingar cikardi haberini yaz. “Millet bunlari istiyor” seklindeki savunmalari bir kenara birak ilk once. Unutma ki, sen ne yazarsan millet de onlari okuyor. Bi silkin, bi kendine gel artik!

Butun dunya basini sinirda nehre zorla atilan multecileri yaziyor gunlerdir. UN Turkiye’den cevap bekliyor. Bizimkiler Ibonun kizini yaziyor mansetten: neden sarayda olmamis da evde olmus dugun. Butun dis medya “kurdish rebels” diyor PKK icin, bizimkiler hala kendi caplarinda ancak fasistleri mutlu edebilecek mansetlerle gunlerini geciriyor.

301 gibi anlamsiz, demokrasi dusmani, 2000li yillarin gereksizi bir maddeyi degistirmek icin cabalanirken, bizim medya “iste bu da onlarin 301’i” diye manset atiyor ve avrupanin da aslinda bizim kadar fasist olabilecegini ispata kalkisiyor. Neyi ispatlamaya calisiyorsunuz? Onlarin da bizim kadar kotu oldugunu mu? Kendinizin ne kadar kotu oldugunu baskalarinin uc bes kotu yasasiyla ortbasa mi kalkisiyorsunuz? Tabii, millet bunu istiyor degil mi?

Sizin silkinip kendinize geleceginiz ve adam gibi seyler yazacaginiz yok anlasilan, bari mesleginizi yapip dis medyaya goz gezdirin arada bir. Belki gozunuz, akliniz falan biraz olsun acilir. Tabii, dis medya derken gidip de Ingilizler’in The Sun’ina bakmayin. Onu zaten hergun kendiniz yayinliyorsunuz siyasi mutakil gazete musvettesi olarak!

Sunday, April 27, 2008

TTC Strike hits Toronto!

Bu sabah gym’e inerken komsunun kapisina birakilmis Globe & Mail’e ilisti gozum: TTC grinds to a halt after union rejects deal! Daha gecen hafta Ruty Toronto’ya gelmeden soylentisi vardi grevin. Hatta Ruty stress yapmisti, yani metro olmayacak mi, biz nasil gidecegiz ofise seklinde. Neyse ki gecen hafta Pazar gunu Ruty’le Mr and Mrs A’nin evinde televizyondan izlemistik anlasmaya varildigini. Boylece grev’i rafa kaldirmistik. O yuzden bu sabah gym oncesi sok etkisi yaratti biraz bende bu baslik.

Aslinda TTC (Toronto Transit Commission) 48 saat onceden haber vermek zorunda grev olayini ki insanlar hazirlanabilsin. Olayin bu kismi biraz karisik. Cunku TTC gecen haftasonu bunun verildigini, cunku sadece “tentative” bir anlasmaya varildigini iddia ediyor. Cok detaya girip kimseyi sikmayacagim, detaylar linklerde.

Sonucta, bu sabahtan itibaren sehrimiz Toronto buyuk bir kaos yasadi. Tum metro istasyonlari kapandigi ve streetcar’lar (tramvaylar) calismadigi icin, sehri bisikletliler, arabalar ve yayalar kapladi. Hem de ne kaplamak! Hic bu kadar kalabalik bir Toronto gormemistim. 9/11'deki New York goruntuleri geldi gozumun onune. Aslinda Cumartesi olmasinin, is kaybinin az olmasi acisindan iyi oldugu dusunulebilir ama Cumartesi gunu calisan insanlarin islerine nasil vardigi (eger varabildilerse) hala mechul. Taksi icin cekisen iki kisiyi izlemek de ayri bir ilk oldu benim Toronto guncelimde.

Yarin (Pazar) 13:30’da hukumet acil toplanma karari almis (muhalefet destekli). Neler olacak gorecez bakalim.

Ben mi? Ben zaten havalar duzeldigi icin 25 dk falan yuruyerek ise gidiyorum. Bende degisen bisey yok, ama tabii yarin bu ise cozum bulunamazsa, Pazartesi sabahi metrekareye 0.1 insan dusen caddeler yerine 3 insan dusen caddelerde yuruyerek ise gidecegim kesin. Bisikletli sayisinda da 100% artis bekliyorum. Park yeri? Bulana askolsun!

photos: Courtesy of Globe & Mail & Toronto Star

Monday, April 21, 2008

2008 Reunion No.1 - Toronto

2008 yilinin ilk bulusmasi bu haftasonu Toronto’da gerceklesti: Ruty DC’den Toronto’ya geldi. Air Canada ile uctu, limoyla bana vardi Cumartesi 8 pm gibi. Gecen gelisinde goturdugum Spring Rolls Thai restauranti cok sevdigi icin baska bir subesi olan “Go”ya ciktik 9:30’da aksam yemegi icin! Bir sise Shiraz yuvarlayip onu bunu cekistirdikten ve yeni bf Pablo hakkindaki detaylari aldiktan sonra benim yurume mesafesindeki bachelor’a geri donduk. Hava sicakliklari 25 derecede seyrettigi icin Ruty cok mutlu; ben ondan da mutluydum.

Philips’in ev arkadasi Mark’in ve Toronto ekibinden Hannah’in dogumgunu olmasi sebebiyle evlerinde “low key” parti varmis. Ruty Arjantinli bf yapti diye kendisine aldigim Argento marka sarabimizi alip partiye yollandik. Porch’ta oturup degisik saraplarin tadina iyice! baktiktan sonra benim studyoya donup Malibu kokteyl olayina girdik. Hosgeldin yaz! Ve tabii happy birthday Mark & Hannah!

Ruty’ye benim devasa IKEA yatagi verdim. Ben Adam’in “hayatimdaki en rahat uykumu uyudum” dedigi couch’umda zibardim. Hernekadar (bu kelimecikler toplulugu bilesik mi yaziliyo Hafiya? aydinlat dedim!) kirmizi saraplarin esameleri goz ayalarimizda hala okunmaktaydiysa bile, pek bir dinlenmis kalktik. Iyi bir yatak secimi oldu bu sefer yani (gecen gelisinde Ruty’yi butun gece tekmeledigim icin sabah uyandigimda kendisini yanimda degil deri koltukta uyuklar bulmustum! Bad bad me!).
Hot mommy A aramaya basladi Ruty’yi oglen 12 civari. Hadi gelin, krosan aldik seklinde. Ruty’yi banyoya yolladim. Yaklasik 2 saat 45 dakika sonra, bir Fransizca public (bildigin People) dergisi bitirip 3 bardak cay ictikten sonra, baktim Ruty tesrif etti glamorous bir sekilde. Abarti tabii canim. 1 saatte hemencecik cikti banyodan! Kaptim bunu Eaton Center’a goturdum, brunch’lik taze malzeme alalim diye. Bizim Ruty gitti el yapimi australian cow-girl sapka aldi. Richtree’den pastalari tartlari attik cantaya ciktik Center’dan. Malumunuz Toronto. Demonstration, manifestation girla. Hele de hava boyle guzelken. Queen street boyunca “olalim green” seklinde yuruyus gerceklesmekte. Cekildik fotomuzu (sekil 1a), atladik taksiye, indian muzikler esliginde ve bol tesettur magazali little india’dan gecerek greek town’daki A&A’in evine vardik.

Baktik ki little A da koltuklarda yuvarlanmakta; hemen mincikladik tabii, kacar mi? Gozlerinden uyku akmakta olan minik A’yi oglen (den sonra) uykusuna yatirip solugu A&A’nin sevimli arka bahcede aldik. Hazirlanmis Mr & Mrs A: krosanlar, receller, ballar, beyaz ve zenci peynirler, hamlar, kisler, yumulduk. Bu yumulma demleme turk cayi esliginde ben diyim 3 siz deyin 5 saat surdu. O kadar cok espri patlatildi ki simdi hangisini yazsam diye kara dusunceler aldi beni...

Little A’yi yetistirme konusunda neler yapiyorsunuz sorusu uzerine, “what to expect” isimli kitaba baktiklari cevabi geldi ilk once. Turkce tercumesini Mr A verdi: “ne bekliyon?”. Mr & Mrs A’nin adult cizgi film asigi olduklarini gecen sefer ogrenmistik (happytreefriends). Bu sefer de lolcats kesfetmisler. Feysbooksuz muhabbet olamadi tabii (Hot mommy'ye Facebook’ta “y” var mi dedim? “Neresinde” dedi, iyi mi!). Madem herkes birbirini taniyor facebook’ta, kim kiminle seyetmis, kimin mensi gelmis vs. onlarin da cetelesi tutulsun istedik: date status, f... status, hatta “adet wall” olsun. Status update: I am late this month! gibi.... Hatta ve hatta, Mary mens olunca “bloddymery” blink etsin sag kosede :) Saklimiz gizlimiz kalmadi nasil olsa.

Cok az yemisiz gibi butun gun, Mr A’yi little A ile evde birakip hot mommy, Ruty ve ben Japanese yiyelim olduk. Toronto’muzun guzide Beaches semtinde adini su an tam hatirlayamadigim Japanese bir lokantada sushiler sakeler goturdukten sonra, lion’s bar isminde irish pub tadinda bir yerin bahcesinde de takildik 12 am’e kadar. 1 ictik, 10 gulduk. Daha ne olsun? Hayatin %80’i yemek ve muhabbet ise, biz %100 yaptik yani bu haftasonu. Sizleri de bekleriz... ktenksbye

Saturday, April 19, 2008

madonna 4 minutes to save the world

tanri bana da 50 yasimda boyle dansetmeyi nasip etsin!

Friday, April 18, 2008

Identity Theft

Son donemlerde o kadar cok duyuyorum ki bu iki kelimeyi, arastirmaci ruhum kurcuklamadan edemedi. Kisaca, finansal veya baska turlu kazanclar saglamak maksadiyla baska bir insanin kimligini kullanmak, o kisiymis gibi davranmak, anlamina geliyor. Genelde hep kredi karti hirsizligi olarak dusundugumuz bu kavram’in aslinda 4 cesidi varmis:

1) finansal (bildigimiz kredi karti veya banka hesaplari bilgilerinin calinmasi)
2) criminal (islenen suclarin baska birinin uzerine atilmasi)
3) kimlik klonlama (gunluk hayati baska bir insanin kimliginde yasama)
4) ticari (kredi toplamak icin baska birinin ismini kullanma)

“Criminal identity theft” (no.2) konusunda Hollywood cok calistigi ve benzersiz! eserler sundugu icin cok incelemenin bir anlami yok. Hatta, sedece Hollywood degil, Turk sinemasinda dahi konunun nadide orneklerini gormek mumkun.

“Identity cloning” (no.3) konusunda da en guzel ornegi “The Talented Mr. Ripley” filmindeki roluyle Matt Damon veriyor. Hatta filmde Damon taklit olayini o kadar abartiyor ki Jude Law’i oldurup tamamen yerine geciyor.

Benim asil deginmek istedigim aslinda finansal hirsizlik, ozellikle de internet uzerinden yapilani. Sadece Amerika’da gecen yil 239 milyon dolarlik internet tabanli “identity theft” yapilmis. En cok kullanilan metod da banka internet sitelerinin benzer isimlerle alternatiflerinin yaratilmasi. Mesela “citibank.com” yerine “citbank.com” tusluyorsunuz yanlislikla ve acilan site aynen citibank’in sitesi gibi oldugu icin de rahatlikla butun kisisel bilgilerinizi giriveriyorsunuz. Tabii bu, dolandiricilar icin pasif bir yontem.

Daha aktif yontemler, bilgisayariniza yollanan “trojan horse” tadindaki virusler. Su an 1 milyon 200 bine yakin bilgisayar virusu mevcutmus. Yani bunlardan korunmak da bir yere kadar. Tam bazilarini temizledim derken, hergun yenileri peydahlaniyor. Hangi korunma paketinin daha aktif oldugu yolunda saibeli bilgiler mevcut.

Konuyla ilgili kitap, yayin vs hakkinda da bir kac kurcuklama size:
- Night Windows (book) by Jonathan Smith (2005)

- Identity Theft: The Michelle Brown story (2004)
- The Net, Sandra Bullock (1995)
- The Talented Mr. Ripley, Matt Damon, Jude Law (1999)
- Friends, Season 1, Episode 21, The Fake Monica: I am Monana!
Kisaca, internet uzerinden alisveris yaparken veya banka islemleri gerceklestirirken, girdigimiz siteyi iki kez kontrol etmemiz, bilgisayarlari da sik sik bakimdan gecirmemiz gerekiyor. Gelismis ulkelerde yaptirim kuvvetli: Fransa'da 75000 Euro, Kanada’da 10 yil, Amerika’da 5 yila kadar hapis. Turkiye'deki yaptirim konusunda birsey bulamadim. Bilen varsa yazsin. Yine de bir kez calindi mi, kimligi temizlemek gayet uzun ve zorlu bir surec. Hele de yargi sistemlerinin kaplumbaga hizinda calistigi ulkelerde!
PS: Ben de bir suredir Josh Holloway kimligiyle geziniyorum ortamlarda. Acaba bana Kanada mahkemeleri mi, yoksa Amerikan mahkemeleri mi bakar? (I wish american) :)

Sunday, April 13, 2008

The Notebook

Ask filmleri asigi degilim. Ama disarida sakir sakir bahar yagmurlari yagarken ve sikintidan televizyonda kanal zaplarken rastgeldigim bu filmi cok sevdim. Belki de basrol oyunculari Kanadali diyedir. Ryan Gosling ve Rachel McAdams bence iyi oynamislar.

Behind every great love, is a great story...

Aski bulamamis bizler gibi insanlar icin hala onun varligina inanma yolunda guclu bir destek bu film. “The Most Romantic movie since Titanic” demisler bir afiste. Ben aslinda Titanic’ten de romantic buldum. Ozellikle fotografta gorulen sahnede Noah "It wasn't over. It still isn't over!" diye haykirirken. Hala izlememis olan romantiklere duyurulur!

Friday, April 11, 2008

Ingilizce trend

Gecenlerde ingilizce kelimeleri cok kullanmakla suclandim. Ben de gercekten cok mu kullaniyor musum, ve gercekten cok kullaniyorsam da neden boyle yapiyor musum diye arastiriyim oldum (musum).

Ilk didikledigim konu, Turkce’de ve Ingilizce’de kac kelime bulundugu oldu. Turk Dil Kurumu’nun “Guncel Turkce Sozlugu”ne gore Turkce’de 104,481 anlam bulunmaktaymis. Bunun yaklasik %14’unu yabanci dillerden Turkce’ye girmis kelimeler olusturuyor. Tabii ki 6467 kelimeyle Arapca basi cekiyor. Kapitulasyonlarla birlikte verilen altin ve gumus karsiligi Fransizlardan da 5253 kelime almisiz. Farsca 1359 kelimeyle ucuncu sirayi alirken, Ingilizce ancak 485 kelimeyle dorduncu olabilmis (of kors, her gecen gun yenileri ekleniyordur bu listeye abzolutli!). Ama tum Turkce kelimelerin binde besini bile olusturmayan ingilizce kokenli sozcukler demek ki benim ingilizce sozcuk kullanmamda bas nedeni olusturmamaktaymis seklinde de konuya parmagimi degdirmek istedim.

Tabii bu durumda Ingilizce’de kac kelime varmis diye kurcukladim. “Oxford English Dictionary”ye gore su an kullanimda olan 171,476 kelime varmis (ayrica “derivatives” denilen ve bu kelimelerden turetilmis olan bir de 9500 kelime varmis). Yani 75,000 kadar daha cok kelime var Ingilizce’de Turkce’ye gore. Bu bir sebep olabilir mi?

Bence gayet de olabilir. Bazen anlatmak istedigimiz seylerin Turkce karsiliklarini beynimiz hemen bulamiyor, veya bir ingilizce kelimeyle anlatilabilecek bir kavramin bir kac turkce kelimeyle ancak karsilandigini farkediyor ve kolaya kaciyor. Sonucta beni dinleyen (veya okuyan) insan da nasil olsa ingilizce biliyor, ve dil bir komunikasyon araci olduguna gore neden olmasin seklinde dusunuyor. Mesela “brunch” (breakfast + lunch) gibi faydali kisacik bir kelimeyi Turkce nasil soyleyecegiz? Gec kahvalti mi? Erken ogle yemegi mi? Veya “git karsidan al onu bana getir” demek yerine “fetch” deyiveriyoruzdur belki de.

Evet, bazi ingilizce sozcuklerin neden kullanildigini tam veya kisa bir turkce karsiliklari olmamasi seklinde aciklayabiliriz belki. Ama neden “gidisat” yerine “trend”, “yasal” yerine “legal” veya “savunma” yerine “defans” dedigimizi aciklamak zor. Bu gibi kelimelerin tam karsiliklari var. Ustelik bunlari sadece benim gibi yogun olarak ingilizce konusulan bir ulkede yasayanlar degil, bizzat Turkiye topraklarinda yasayanlar da kullaniyor. Amacim savunma yapmak degil, ve fakat ingilizce sozcuk kullanmanin yurtdisinda yasamayla ilgisinden daha fazlasi oldugunu gostermek.
Belki de burada gercekten bir “trend” soz konusu. Osmanli zamaninda Arapca-Farsca sozcukler modaymis, yakin zamana kadarsa Fransizca. Ve gunes batmayan imparatorlugun dili de belki de son 30-40 yildir yeni trend. Hem sadece Turkiye’de de degil. Siz hic Spanglish duydunuz mu mesela?

Thursday, April 10, 2008

Sawyer (according to stars)

Basligi okuyup da Brad Pitt veya Nicole Kidman’in hakkimda neler soylemis oldugunu okuyacaginizi saniyorsaniz feci sekilde yaniliyorsunuz (onlari baska bir yaziya sakladim!). Burada blog yazarinin astrolojik haritasini tartisacagiz bilgimiz elverdigince, ve sizlerin de yardimiyla (interaktif blog dedigin de boyle olur!). Aslinda bu basligi "ipligi pazar cikarmak" seklinde atsam daha dogru olurdu herhalde.

Komsu blog Hafiye’nin astroloji meraki malum. Delta’da calisirken bol miktarda bos vakti oldugu icin arkadasimizin (bu sirket niye iflas etti diye dusunup dururdum ben de) astroloji’ye daha o zamandan merak sarmisti. Gel gun, git gun, bu merak buyudu, yakin cevresinin astroloji haritalarini cikarmaya basladi. Hatta o seviyeye geldi ki kendisini bu konuda is kurmaya, astrolojik web sitesi acmaya davet etmeye basladi kankalari (sawyer da dahil). Tartisacagimiz yildiz haritasi da Hafiye tarafindan ozenle hazirlanmis bilgiler icermekte. Voila! Sawyer according to stars:

Sawyer’in akrep burcu oldugu yetmiyormus gibi, yukseleni de akrep. Yani surekli disari vurdugum hirs ve gururumun yaninda muthis bir duygusal derinligim ve karmasam varmis. Bir seye kafayi taktim mi sessiz ve derinden de olsa mutlaka elde edermisim. Katildim. Dogru. Benim hic tutun tarlasinda OYS’ye hazirlanip, sonra da tutun kirarken OYS ilk 100une girdigini ogrenen arkadasim olmadi mesela. Hatta bunu sonuclar aciklandiktan 2 gun sonra ogrenmistim, cunku tarla ile postane arasindaki tek ulasim motosiklet kullanan amcamdi ve o da ancak iki gun sonra getirebilmisti mektubu. Sawyer ayrica daha sonraki yillarinda farketti ki, ingilizceyi, bu dili ogrenmeye duydugu hirstan dolayi, anadolu lisesine gidenlerden daha iyi yazip konusuyordu. Gerci duella sonralari bunun Sawyer'in dil ogrenme yetenegini yoneten beyin hucreciklerinin cok calismasina bagli oldugunu soyleyecekti, ama ben hala hirs olduguna inaniyorum.

Yeni tanidigim insanlara biraz kuskuyla yaklasiyormusum (iclerini ogrenene kadar), ama insanlarla samimi bir bag kurdugumda da onlara muthis bir sadakatle baglaniyormusum. Dogru. Oyle bir sadakat ki, onlardan da aynisini bekler hale geliyormusum. Bu da dogru. Isin kotu olan noktasi, bu insanlardan biri bana ihanet ederse, duydugum sevgi, baglilik veya sadakat oraninda onlardan nefret ediyormusum. Uzulerek soylemek gerekirse, bu da dogru. Ilkokul caglarindan itibaren guvendigim babama, ortaokullu yillarimda beslemeye basladigim nefret o kadar buyuktu ki ancak 30lu yaslarimda asabildim. Yorum yaparken dikkatli davranin yani! :)

Bazen ic dunyam o kadar “passionate” oluyormus ki, hissettiklerimi, dusunduklerimi disariya aktarmakta zorluk cekiyormusum. Bu “passionate” kelimesi astrolojik haritamda o kadar cok geciyor ki, bazen ben bile korktum okurken! Cok hararetli bi kankayim yani anlayacaginiz (Passionate kelimesinin sex kisminda gectigi yerleri burcu ve yukseleni akrep bir insan olarak hayalgucunuze birakiyorum artik). Bu disariya vurumdaki zorluk beni muzige itmis yildizlarin diline gore. Muhtemelen o yuzden ikide bir youtube post ediyorum feysbukta, blogda, emailde orda burda. Cunku baska turlu ulasamiyorum dis dunyaya. Hissettiklerimi anlatmam cok zor oldugu icin muzikle ulasmaya calisiyorum. Bakin diyorum, adam telefon satarken opera sarkicisi oldu, kari 50 yasinda ama hala dans ediyor sikir sikir. “Volver a amar” sarkisini o kadar icten soylemisim ki, duella pansiyonuna yapistirmisti. Bir arkadas bir de burda Sezen soyle bize diye yalvarmisti Isletmenin catisinda.

Hissettiklerimi baskalarina cok belli etmez, icimde tutarmisim. Bir noktaya kadar buna da katiliyorum. Amerikanya’dan donup Turkiye’de 1.5 sene kadar acilar cekerken hala haftasonlari (isten vaktim olursa) kankalarla bulusup biseyler yapabilmeye kalkisiyordum. O kadar icimde biriktirmisim ki barsaklarimda kolit olusmus (ne demekse?). Doktor aynen soyle demisti: Senin bu stresli ortamdan uzaklasman lazim. Simdi koliti tedavi ederiz, yarin karacigerine, kalbine vurur. Ama barlarda sezen cigirirken haftasonlari, kimsenin haberi olmamistir mesela benim kolitlerden. Varmiydi haberiniz? ha?

Aslinda en onemli noktalardan bir tanesi de “compromise” noktasi. Cok hirsli ve duygulari sakli bir insan oldugum icin, ne yazik ki compromise etmedigim surece bir iliskim olamayacakmis. Bir iliskisi olsun diye “hot lips” “freckles” gibi soylemlerden vazgecemez ki Sawyer, onun karakteri bu. Neyi compromise edecem? Hele de bu yastan sonra! Bir bilen varsa anlatsin. Nasil oluyor bu compromise? Ne yapacam yani, ok canim gulum mu diyecem? Tamam sirf sen istiyorsun diye eski isyerime donecem ve kolit yapacam mi? nedir bu compromise? cildiracam.

Bu mudur yani Hafiyanim cizdigin harita: die alone! Atayim mi simdi kendimi Niagara’dan asagi? :)

PS: Fotodaki hatunlar? Biri astrolojik haritami cizdi, biri hayatimda derin iz cizdi! Ama guzel cizmisler di mi?

Saturday, April 5, 2008

Bahar yuruyusleri - 2

Bugun Baris ekibe eski arkadasi Di(g)dem’i de katti. Pek de iyi etti. Burlington’da Halton Hills diye bir yer varmis, yuruyus parkuru guzelmis. Oraya gidelim diye anlastik.

Spadina & Bloor’da bulusup, Alis’in arabayi Baris’in 666! nolu dairesinde oturdugu binanin otoparkina biraktiktan sonra, otoban fobili Alis’i Baris’in disi ve ici yeteri miktarda tozlu arabasinin alka koltuguna oturtarak Didem’i almak uzere yola koyulduk. Bizim Didem pek sen-sakrak cikti. Baris’la ikisi butun yol boyunca sakalar esliginde atistiklarindan bir turlu hangi exit’i alacaklarina karar veremediler. Hangi exit’in alinacagi kesinlestiginde de exit’i kacirdilar. Boylece benim google’dan 45 dk surdugunu ogrendigim araba yolculugu 1 saat 45 dk gibi birsey oldu. Tabii sonucta yine Burlington’a gidemeyip solugu gol kenarinda aldik. Baktik ki piknik masalari ve mangallar konmus gol kenarina. Hemen faydalanalim dedik. Didem’im mercimek kofteleri’nin goruntusunu henuz kesfederken, farkettik ki Alis’in torbalardan habire birseyler cikiyor. Zeytinyagli yaprak sarmasi, rus salatasi, 10 saat yerine 3 saat suda bekledigi icin daha sonra midelerimizde sismeye devam edecek olan barbunya, patates salatasi derken, bir de baktim enginar da cikti torbadan. Yuruyus yerine araba gezisine ciktigimizi sanmistim ben, ama orada da yanilmisim. Megerse acik hava gol lokantasina gelmisiz. Kisacasi, yuruyus bahane, yemekler sahaneydi. Alis’e ve Didem’e defalarca tesekkur edip sarmalari kofteleri kutletirken, aslinda 12 C olan hava sicakliginin gol etkisi ile birlikte -2 C oldugunu farkettik. Simdi neden hava durumunu verirlerken “10C but feels like -5” dediklerini daha iyi anliyorum.

Yuruyus parkurumuz karlarin hala erimeye devam etmesi sebebiyle engelli yuruyus parkuruna donusmustu. Hatta yeterince “flooded” olmus bir bolumu es gecmek zorunda bile kaldik (tum atlayip ziplayip geceriz cabalarima ragmen!). Sonucta, camur rengi sularin guldur guldur aktigi Credit View nehri boyunca ve henuz yesilin hakim olamadigi insan yapimi ormanin icinde 80 dk yurumusuz.


Sarmalarin ve koftelerin 80 dakikada yeterince erimis (!) olacagina kanaat getirdikten sonra turk kahvesi ve tatli almak uzere Didem’lere tesrif ettik. Didem’in kisa bacakli sirin kopegi Schoko Baris’in ayaklarini kemirirken biz de Turkiye’den ithal cezeryelerimizi kemirdik. Kahve fali bakma isini bana yiktilar. Bakalim kahve fincanlarinda gordugum yollarin kac tanesi gercek cikacak, bunlari da baska bir yazida irdeleyecegimdir :)

Friday, April 4, 2008

Planlar, planlar...

Alamanya'dan Rifatcan (gercek ismi de Rifat Can! ama biz Rifi diyelim) Amerika'ya ziyarete gelecekti. Nisanin yirmi bilmemkacinda DCye varacakti, ama o arada Amanda Hawai'den kilpayi donup yetismis olacakti. Hatta, Rifi'nin Ruty'de kalacagi, cunku Ruty'nin apartmaninin sehre daha yakin oldugu konusulmustu. Malum, Amanda'nin yazlik havuzlu Rockville bungalovundan Dupont Circle'a gitmek arabayla 40 dakika suruyor, taksi hak getire.

Benim de bu arada 29-30 Nisan'da Secaucus, New Jersey denen bir yerde fuarim cikti. New Jersey hakkinda bildigim tek sey uzaktan duyup da hic gidemedigim Casinolariyla meshur Atlantic City ve 2004 yilinda East Coast trip yaparken ve New York City (NYC) 'ye giderken gectigimiz New Jersey Turnpike Highway. Ha bir de NYC Battery Park'tan okyanus'a bakarken karsidaki binalarin New Jersey oldugu soylenmisti bana. New Jersey bilgim bundan ibaret.

Hep beraber dedik ki, hazir Rifi de daha NYC gormemis, benim de fuar var NYC'ye yakin, Ruty ve Amanda da DC'den katilir yarismaya otobusle, hep beraber 1-4 Mayis NYC yapariz. Hatta kim kiminle yatacak esprileri dondurduk. Guzel hersey buraya kadar. A reunion is on!

Ilk fireyi Ruty verdi. Kizimizin aylardir gundemde olan ama hep baska tarihe almaya calistigi Londra is gezisi gelip de bu tarihlerle cakismasin mi! Ruty dilemma ve stres olaylarina girdi. Haftanin basinda London'a gitse Rifi'yi DC'de kim karsilayacakti? Malumunuz Amanda Hawai'de Lost'un son episode cekimlerine katilmakta real Sawyer ile birlikte o tarihlerde. Bu durumda Ruty London gezisini haftanin sonlarina aldi. Bu sekilde Rifi'yle haftabasi birkac gun gecirmis olacakti. Ama bu sefer de Cuma gecesi gec donuyordu London'dan ve NYC yapmasi imkansiz gibi birseydi. Hem zaten onumuzdeki gunlerde Sawyer'i Toronto'da ziyaret edecegi icin, NYC'de tekrar gormesine de cok gerek yoktu. Boylece Ruty, NYC reunion'dan ayrilmis oldu.

Boylece Rifi ve Sawyer Carsamba gecesi NYC'de bulusacak, Sawyer Rifiye iki gun NYC gezdirecek, Amanda da Cuma gecesi onlara katilacakti. Sonrasinda, pazar gunu Sawyer La Guardia'dan Toronto'ya donerken, Amanda ve Rifi de otobusle Puerto Rico tatillerini planlamak uzere DC'ye doneceklerdi. E buraya kadar da guzel. A reunion is still on!

Bu arada ogrendik ki Rifi'nin pasaport Alamanya'daki Amerikan konsoloslugunda esir alinmis. Megerse Rifat Can isimli bir terorist aranmaktaymis! Vizenin cikmasi (tabii terorist gercekten bizim Rifi degilse???) haftalar, hatta aylar alabilirmis. Hayir madem terorist olacaktin, insan reunion oncesi soyler yani :)

Tabii bu durumda Rifi'nin American Dream %90 yatmis oldugu icin, ben de x amount of dollars cezalar odeyip donus biletimi La Guardia - Toronto yerine DC - Toronto yaptim. A reunion is NOT still on!

Long story cut short, 30 Nisan carsamba gecesi New Jersey'den DC'ye gidiyorum, 4 Mayis Pazar aksami da DC'den Toronto'ya donuyorum. O arada neler olacagi hala mechul!

Tanistirayim, bizim grubun reunionlari. Amanda'nin dedigi gibi "drama never leaves the house" :)

Wednesday, April 2, 2008

Cep telefonu kulagina yapisik dolasanlara!

Gecen hafta arkadasim Baris'in nasil olup da cep telefonu kullanmadigini dusunup, bayagi hayiflanmistik. Megerse gecerli sebebi varmis. Thanks to Baris, okumayanlar icin Radikal'den kisa kisa aktarmak istedim:

"Tıp alanında çok sayıda ödül sahibi olan İngiliz beyin cerrahı Prof. Vini Khurana, cep telefonlarının sigaradan da, asbestten de daha zararlı olduğunu ve kansere yol açtığını öne sürdü. Cep telefonu kullanıcılarına da telefonlarını mümkün olduğu kadar az kullanmaları, mecbur olmadıkça kullanmamaları çağrısı yapan Prof. Vini Khurana hükümetin de acil önlemler alması ve cep telefonu üreticilerinin radyasyon seviyesini düşürmesini sağlaması gerektiğini belirtti. Khurana, 10 yıl boyunca cep telefonu kullananların beyin kanserine yakalanma oranlarının iki kat arttığını öne sürdüğü araştırmasında, beyin kanserlerinin gelişmesinin de 10 yıl kadar süre aldığını belirtti. Bilimsel araştırmalar alanında 16 yılda 14 ödül alan ve 40'a yakın makalesi bulunan Prof. Khurana, cep telefonlarının etkileri konusunda bugüne kadar yapılmış 100'den fazla araştırmanın sonuçlarını da yeniden değerlendirdi."


Sahsim olarak, cep telefonu kulagimda dolasan bir insan olmadigim icin, hatta mecbur olmadikca cantamdan cikarmadigim icin, cok risk altinda oldugumu sanmiyorum. Ama alisveris yaparken, bir t-shirt almak icin bile iki saat arkadaslariyla veya annesiyle telefonda konusan genclerin 10 sene sonra beyin kanseri olacaklarini dusunmek biraz aci verici. Umarim bu arastirmalarin sonuclari sadece "pessimist" durumlari yansitiyordur'dan baska cok diyebilecek bir seyim de yok acikcasi.

Bir de ozellikle Istanbul'da carpik kentlesme sonucu o balkona, bu terasa konan BTS istasyonlari var (BTS = Base Transmission Station). Prof. Khurana onlarin etkisini de arastirmis mi acaba? Sonucta cep telefonu dedigimiz sey o BTS'lerin yaydigi onbinlerce sinyalden sadece birini alan bir cihazcik!

Her yanimizin radyo dalgalari ile sarildigi 21. yuzyildaki bu teknoloji patlamasi ile 10 sene sonra hangi organimizin yesile donecegi mechul herhalde... Ya da degil mi artik? Konussana Khurana, deli etme adami!

Monday, March 31, 2008

Opera Idol

Paul Potts'a beni aglatmayi basardigi icin tesekkur ediyorum!

Sunday, March 30, 2008

Brunch at Queen Mother Café (6/10)

Gunesin ve baharin yuzunu iyice gostermesiyle birlikte ben de haftasonu aktivitelerine hiz verme karari aldim. Tourism Toronto’nun web sitesine gore Toronto’da 5000’in uzerinde restaurant varmis. Hepsini denemek biraz zaman alacak tabii. Ama ucundan kosesinden baslayayim dedim bugun. Isyerinden arkadasim Phil ile birlikte birbirinden renkli dukkanlari, restaurantlari ve barlari ile meshur Queen West’te brunch yapmak uzere anlastik. Secimimiz thai ve global menusunun karisimi ile meshur Queen Mother Café oldu.

Ahsap yapisi ve duvarlarindaki tarihi portreleri ile 1900’lerin Beyoglu cafélerini animsatan bir atmosferi vardi Queen Mother’in. Hatta duvarlardan birinde Istanbul ile ilgili birkac satir yazi da gozume ilismedi degil! Servisin cok guleryuzlu olmamakla birlikte hizli ve hatasiz oldugunu soyleyebilirim. Aslinda bir suredir gittigim pek cok restaurant veya café’den edindigim izlenim, bir kaci haric yaklasik hepsinde guleryuz ve musteri ile iletisim konusunda Toronto’nun biraz yol katetmesi gerektigi oldu. Bu konuya ileride tekrar deginecegim.

Yanlis hatirliyorsam duzeltin lutfen ama sanki Bogaz’da brunch’a gittigimiz gunlerde portakal suyu istendiginde baska bir aciklamaya gerek kalmaksizin sikma portakal suyu gelirdi. Ayni aliskanlikla (veya yanlis hatirlamayla) siparis ettigim portakal suyunun Kuzey Amerika’ya ozgu ve yarisindan fazlasinin buz kupleriyle dolu oldugu devasa bir bardakta konsantre olarak masaya tesrif etmesi bende hafif bir hayal kirikligi yasatti. Neyse ki ayni anda siparis etmis oldugum café au lait’nin kalitesi bu hayal kirikligini cabuk bastirdi.

Brunch Pazar gununun ilk ogunu oldugu icin, gozumuz menudeki thai basliklar yerine “Sunday brunch” basligi altindaki omletler ve bagellara takildi. Ben cirpma yumurtali “eggs your style” alirken, Phil de ne zamandir hayalini kurdugu Kanada’ya ozgu “peameal bacon” iceren “eggs benedict” aldi (aslinda peameal bacon’in en guzel yapildigi yerin St. Lawrence Market oldugunu dusunuyorum, ama o kismi baska bir yazimda anlatacagim). Siparisim kucuk bir parca kavun esliginde servis edilen haslanmis ve baharatlanmis patates parcaciklari, iki yumurta, uc parca bacon ve bir montreal bagel olarak masaya geldi.

Genel olarak cok etkilendigimi soyleyemeyecegim. En azindan brunch konusunda on uzerinden alti almayi basarabildi benden bu café. Havalar iyice isindiginda arka bahcesinde de bir brunch yapmayi hala dusunuyorum ama, veya hafta ici kucuk bir dinner. O zamana kadar: 6/10, sorry kralice anne…

Saturday, March 29, 2008

A Sunny Saturday in Toronto (this is no joke, it really happens!)

Bugun Alliance Francaise’den arkadasim Baris ve onun UofT (University of Toronto)’dan arkadasi Alis (read Alice) ile guzel bir early spring Saturday yasadik. Gunesin tepede oldugu ve sicakligin ruzgara ragmen donma noktasinin uzerinde seyrettigi Toronto’nun bu ilk Cumartesi gununde Bloor & Spadina’da bulusmak uzere anlastik. Alis gicir arabasi Subaru ile bizi aldi, High Park’a dogru yollandik. Bugun Toronto hakkinda ogrendigim ilk yeni sey Bloor West’in aslinda Queen West kadar canli ve renkli oldugunu farketmem oldu.

High park’ta kisa bir yuruyus sonrasi aslinda donma noktasinin uzerinde seyreden hava sicakliginin akdenizli kanimizi cok da isitmadigini farkettik. Parkin gobegindeki cafeteria’ya bu yuzden mi yoksa Baris acikti diye mi girdik cok net hatirlamiyorum simdi. Dogu avrupa kokenli bir teyzenin uzerimdeki sweat-shirt’e kompliman’i sonrasi, cok da leziz oldugunu soyleyemeyecegim cheese & bacon sandwichimi kutlettim. Bugun ogrendigim ikinci sey de bir daha bu kafeye gelindiginde alinacak seyin sandwich degil ispanakli borek oldugu oldu (thanks to Alis!).

Hayatimdaki ilk lamayi Peru’ya gittigimde gorecegimi sanirdim hep. Yanilmisim. Bir lama’ya en cok yaklastigim nokta High park’in icerisindeki hayvanat bahcesiydi. Ama yuksek citler sagolsun, Toronto lamalari yuzume tukurmeye tenezzul etmediler. Bizon bolumunu gezerken tezek kokusunun cigerlerimizi isgalinden olacak herhalde, Alis bizonlarin bu citleri devirebilecegini iddia etti! Otoban'da araba kullanma fobisi olan (ama yine de ters istikamette trafige girmeye calisan) bir insan icin "bizonlarin citleri devirebilecegi" endisesi cok da gercekustu gelmedi bana. Aslinda ben o an bizon etinin yenilip yenilmedigini, yeniliyorsa da sigir eti kadar lezzetli olup olmadigini dusunmekteydim. Ama muthis tezek kokusu ve Baris'in vejetaryen olusu, beynimdeki soruyu dillendirmeme musaade etmedi.


High park bizi kesmedigi icin bir de West beach yapalim dedik. Donmus golcuklerin gercekten ne kadar donmus oldugunu bizzat test ettikten sonra (sekil 1A), ne zaman yapilacak bu espri dedigim cumleyi Ontario golu’nun kiyisinda dalga seslerini digicam'ine kaydeden Alis'e Baris sarfetti: “Alis, are you in wonderland?”. Bir gorev de boyle tamamlanmis oldu, rahatladik!

Iki bucuk saat yurudukten sonra donmaya baslayan kanimizi isitmak ve yeni kan hucreleri eklemek icin Greektown’a gidip aksam yemegine oturma kararini gol kenarinda aldik. Hayatimda ictigim en tatli house wine’lardan biri esliginde yaprak sarmasi ve musakka yemek ve evde olmayarak Earth Hour’a katkida bulunmak bugun yaptigimiz en akillica aktivite oldu herhalde. Her ne kadar bulundugumuz Greek restoranda saat 9da baslayan dansoz sovu kacirsak da (!) guzel bir Cumartesi gecirdik dememek icin hic bir sebep yok bence. Sizce?